Ekonomi Mitleri #7

Tan bu önemli paylaşımın başında; Raz’la Ayvalık’a geldiklerinden itibaren hayatlarında olan bazı değişiklikleri anlatmak istedi:

Mucit sebze, meyve yetiştirme konusundaki bazı gizli deneyimlerini zaman zaman Raz’la paylaşıyordu: tavuk, güvercin, koyun dışkısını toplayıp, fermente etmeyi becerebilirse ve uzunca bir süre bekletirlerse sihirli bir toprak elde edebilirlerdi. Bunu da sebzelerin, zeytin ve meyve ağaçların altına dökerlerse bostanlarında mucizeler göreceklerdi. İlk aşamadaki pis kokulu fermantasyon işi Raz’la yaşanan kısa bir tartışma sonrasında Tan’ın üstüne kalmıştı. Yaklaşık bir sene sonra domates ve biberlerdeki olağanüstü bereketi gören Tan bu kokulu işe biraz daha az homurdanarak devam etmişti. Mucit, Raz’a toprağı havalandırmak, sebze tarhlarının yerini dönüşümlü olarak değiştirmek, mevsiminde ağaç dalları seyreltmek gibi bir çok farklı bilgiler de veriyordu.

Bu arada Ayvalık’a göçen bir sürü yeni aile olmaktaydı. Tan ve Raz bu ailelerden üç dört tanesiyle birlikte ortaklaşa, geniş alanlarda bostan ve zeytinlikleri işletmek gibi bir yol bulurlar. Bunun sonunda da Raz zamanının çoğunu domates karıklarında değil, ortakçı kadın arkadaşlarıyla zeytinliklerin iyileştirmesi için harcamaya başlar. Zeytin silkmede kullanmak için kullandığı uzun sopasını sürekli olarak yanında taşımaya da bu dönemlerde başlar.

Ortakçılar bütün bostan ve zeytinlikleri birlikte işler. Paylaşım mahsulün toplandığı günlerin akşamında erkekler arasında yapılırken kadınlar izler. Paylaşımda erkekler arası tartışmalarda Tan, izleyen kadınlardan gelen itirazlarda ise Raz arabuluculuk yapar. Her aile kendi mahsulünü depolar, işler ve pazarlarda takasa götürür.

Tan bu noktada Ayvalık’ta hemen herkesin paylaştığı inanç düzeninden bahsetmek istedi:

Eski kıtada olduğu gibi Ayvalık’ta yaşayan insanlar da; canlı cansız hemen her varlığın erişilebilir bir bilinçleri, bazen yapıcı, bazen de yıkıcı güçleri olduğuna inanıyorlardı. Bunların hepsi de üstünde yaşadıkları toprak, gökyüzündeki ay, güneş ve yıldızlarla birlikte tek bir vücudun parçalarıydı. Bu parçalarla her türlü alışverişte onlarla konuşmak son derece doğal, hatta zorunluydu.

Avcıların avlarına yaklaşırken usulca onları sakinleştiren, af dileyen sessiz konuşmalar yapması, balıkçıların denize açılırken denize, rüzgara sakin olmaya davet eden şarkılar söylemesi, ağ atıp, toplarken balıklardan özür dilemeleri günlük hayatlarının bir parçasıydı.

Raz da sebzelerle uzun uzun konuşması, zeytin ağaçlarına yüksek sesle ninni okumasıyla dikkat çekiyordu. Hasat zamanlarında bol sebze ve zeytin  almasıyla tanınmaya başlayınca doğal olarak onlarla iletişiminin iyi olduğu da söylenmeye başladı.

Bu uzun girişten sonra pazara dönersek; Macit, pazarın bakım ve güvenliği için çalışan güreşçilerin görev yapabilmesi için tezgah sahiplerinden alınan iki kaşık tuzun yetmediğini bunun üçe çıkartıldığını duyurdu. Evlere yapılan önceki ikna ziyaretlerini herkes bildiği için bu uygulama sessizce kabul gördü.

Ancak birkaç ay sonra aynı gerekçeyle artık beş kaşık tuz alınacağı duyurusu yapılınca o hafta pazarda kimse tezgah açmadı. Gariptir ki hiçbir tezgah sahibini ikna etmeye çalışan da olmadı. Macit uygulamanın üç kaşık olarak süreceğini duyurmakla yetindi.

Sonraki Perşembe pazarında hoş bir sürpriz vardı. Sarmısak taşlarından yapılan boş platformların ön cephelerine bazı şekiller işlenmişti. Ayrıca, her birinin üst basamağında ise başları dahil bütün vücutları koyu renkli kumaşlarla örtünmüş, yaşları ileri güreşçiler yer almaktaydı. Çoğu sakallı, hemen hepsi sevilen bu güreşçilerin her birinin göğsünde Macit’inki gibi M şekilli bir takı vardı.

Doğal olarak herkes tezgahları yerine bu garip giysili, güreşçilerle sohbete gitti ve şaşkınlıkları bir kat daha arttı: Bu güreşçiler onlara “yardımcı” olmak üzere, onlar yerine balıklar, horozlar, domates-biber-patlıcan fideleri, zeytin ağaçları, koyunlar, üzüm asmaları ve diğer bilinçlerle konuşacak, onlara şarkılar söyleyeceklerdi. Tezgah açan, açmayan herkes ilgili platforma balık, domates, peynir, yumurta, zeytin şeklinde adağını bırakıp, adını söylerse “yardımcı” o bilince iyi niyetleri, dilekleri iletecek ve gerekenler için af dileyecekti. Onlar bu bilince “ruh” demeyi yeğliyor, kendilerine de onlarla ilgilenen kişi olarak “ruhman” denebileceğini söylüyorlardı. ruhman-ruhban sözcük ikilisi, farket – market dönüşümü gibi özel bir etimoloji sorunsalı durumunda :   https://tr.wikipedia.org/wiki/Ruhban_s%C4%B1n%C4%B1f%C4%B1

Bu ruhman hizmetinin yarattığı şaşkınlık geçince aynı gün adaklar sunulmaya ve o platformlara “sunak” denmeye başlandı. Teknik ilk sorun da o gün ortaya çıktı; sunakların önünde “zeytin”, “balık, “üzüm”, “horoz”, “koyun” u çağrıştıracak şekilde kazınmış bazı şekiller olsa da bu sembolik şekiller çoğu yeni göçmen olan pazarcılar tarafından karıştırılıyor sunaklara farklı adaklar bırakılıyordu.

Çözüm yine Mucit’ten geldi: Dört hafta sonraki pazarda sunaklara kimi ahşaptan, kimi yumuşak sarmısak taşından oyulmuş olan, şimdilerde “heykel”, o zamanlar ise (bazen şimdi de) “totem” dediğimiz yaklaşık kırk santim boyutunda nesneler konuldu.

O döneme ait çizimlerden bugüne ulaşan olmamakla birlikte Tan, Mısır’da ortaya çıkan bir balık toteminin Ayvalık’ta o  gün kullanılana çok benzediğini belirtti:

Balık Totemi
Balık Totemi (Mısır)

Tan’ın beş yıl önce İvrindi’de gördüğü, ardından geçtiğimiz yıllarda yenilenen “belde tanıtım anıtı” da o zamanki koyun heykelinin büyüğü olmakla birlikte benzeriymiş…

Ivrindi'nin Eski Koyunu
Ivrindi’nin Eski Koyunu

Bu “renkli” foto paylaşımından sonra Tan totem evriminin eğlenceli örnekleriyle başlayıp mitolojinin bilinmeyen magazin detaylarıyla sürecek bir sonraki paylaşımına kadar kısa bir mola istedi.

Ekonomi Mitleri #6

Tan’ı ekonomik mitlerde bile fazla ekonomi konuşmak insanı sıkabilir diye uyarınca o da biraz mimari ve azıcık da magazin anlatabilirim dedi:

Pazardaki değişiklikler kolay  takip edilemeyecek bir hızda gelişiyordu. Macit deposuna her gün takas için gelinebileceğini duyurmasına rağmen, çoğunluk sadece Perşembeleri gelince gür sesli bir güreşçi hemen her pazar süresince “Ey hemşerim fark et, burası her gün açık, fark et!” diye bağırınca Macit’in deposu Farket diye anılmaya ve insanlar da her gün farkete gitmeye başladı (Etimoloji). Üstüne üstlük pazarda ürün tanıtımı yapmak için bağırmak bir gelenek oldu.

Kısa süre sonra, her gün takas yapmanın faydalarını bazı balıkçılar da fark edince onlar da her gün pazara gelip balıklarını takasa sunmaya başladı. Tan gibi çoğu insan balıkları hafta bir almak yerine günlük, taze yemeyi sevdikleri için bu durumdan hoşnut oldu.

Aynı dönemde Macit pazar meydanını çevreleyen taş bir duvar ördürtmeye başladı. Bu arada kendi deposu ve sergi alanlarının çevreleyen on iki taş sütunun üzerindeki çatıyı kalaslarla sağlamlaştırıp düz bir zemin şeklinde yeniden örttü. Ardından da bu çatının üstüne on sekiz kalın kalasla çerçevelenen bir kat daha çıkıp üstünü de örtünce  Ayvalık’ta ilk iki katlı, dev yapı ortaya çıktı.

Duvar işi tamamlanınca güreşçiler pazarı çevreleyen duvarlardan sekiz adım kadar mesafede, aralarında yine sekiz adım aralıklar olan derin çukurlar kazarak, içerlerine üç adam boyunda  büyük kazıklar diktiler. Kazıkların üstlerine de kalın, geniş tahtalar sabitlediler. Daha sonra da Macit pazarda mal satmaya her gelen üreticinin iki kazık arasındaki, sabit bir alanda mallarını sergileyerek tuz aracılığıyla takaslarını yapmaları gereğini duyurdu.

Tan hemen her gün  çalışmaları seyre gelip arada sırada ustaları yönlendirmeye gelen Mucit’le sohbet ediyordu. Sonradan hatırladığı zaman garipsediği anısı ise Mucit haftada bir gelirken, Mucit’in eşi Makber ’in Macit’le birlikte her gün bir tuz kayığıyla gelerek çalışmaları kontrol ettiği, ustalara talimatlar verdiği, Macit’le birlikteyken sanki çok fazla güldüğü olmuş (Magazin).

Mucit Tan’la yaptığı Perşembe görüşmelerinde daha açık konuşur olmuş. Tan’ın çizimlerine olan ilgisini bildiği için uygulanmayan, yarım kalmış bazı çizimlerini ona vermeye başlamıştı. Tan pazarın son aldığı şekle tam benzemese de Mucit’in verdiği resmi binlerce yıldır saklamış.

Ayvalık Pazar Yeri

Tan, resimde de gözüken pazarın küçük kapısının üstündeki üçgen alınlığın ne işe yaradığını sormadan edememiş. O da bir başka taslağı ve Macit’le olan tartışmasını paylaşmış:

Macit pazardaki düzenlemelere başladığı dönemde kıyafetlerine de bir ek yapıp boynuna bağlanıp, dizlerine kadar uzanan  bir kumaşla dolaşmaya başlar. Tan, sonradan bu kumaşa pelerin dendiğini, kumaşın garip renginin ilk zamanlar “sur moru” sonradan “erguvan” diye anıldığını hatırlattı.

Macit, önceleri pelerinine, sonra bilekliklerine M şeklinde takılar takmaya, hatta kilden yapılan ev eşyalarına bile bu şekli işletmeye başlar. Mucit’e bu sembolü pazarın kapılarının şeklinde de görmek istediğini söyler. Macit ise Tan’a verdiği çizimle bu şekilde yapılacak bir kapının çökeceğini ama A şeklinde yapılacak bir kapının yine onun sembolünü çağrıştıracağını söyler. Ayrıca kapının üstündeki üçgen içinde onun başarılarını anlatan oymalar yapılabileceğini anlatınca Macit ikna olur.

Alınlık Üçgen Pediment
Alınlık – Üçgen Pediment

Bazen yay şekline dönüşse bile genelde üçgen kalan bu alınlık (pediment) ve bu alanda hikaye anlatma tekniğinin çok tuttuğu ve ilerleyen bin yıllarda birçok Macit varisi tarafından kullandığını, halen kullanılmaya devam ettiğini, hatta hatta Tan’ın ana vatanı eski kıtaya bile ulaştığını sanırım herkes biliyordur –  https://en.wikipedia.org/wiki/Pedimental_sculptures_in_the_United_States

Yapı ve duvarların tamamlanmasından birkaç hafta sonra, Tan’ın hatırladığı kadarıyla bir kış ayının 13. gününe denk gelen Perşembe gününün ilk saatlerinde,  pazara mallarını sergilemeye gelenler kapılarda Macit’in güreşçilerinin en irileri tarafından karşılanır. Pazar yerinin bakımı ve güvenlik sağlamanın bedeli olarak, sergi açacak her pazarcının ikişer kaşık tuz vermesi gerektiğini söylerler. Bunu kimi pazarcılar istemeyerek kabul etseler de, Tan gibi birkaçı ise kabul etmeyerek evlerine geri dönerler.

Tan, kendisi gibi düşünen pazarcılarla başka bir alanda, başka bir pazar kurmayı görüştüğü günlerde güreşçilerin evlerine yaptıkları tatsız ziyaretleri pek anlatmak istemedi ama kendisi dahil herkesin üç hafta sonraki pazarda ikişer kaşık tuz vermeye başladığını söylemekle yetindi. Morali biraz düşünce de; pazarın küçük kapısından girildiğinde sağda kalan “sarmısak taşı” kaidelerin nasıl modern mitolojinin temelini oluşturduklarını artık bir sonraki seansta anlatayım dedi..

Ekonomi Mitleri #5

Tan ‘ın anlatımlarına ancak bugün dönebildik. Çünkü geçen ay (sanırım memleketteki takas kurallarında çıkan kargaşadan) muhabbeti çekilmez haldeydi. Sonraysa en yeni kıtadan gelen çocuklarına kavuştuğu için geçmişin muhabbetini yapamayacak kadar mutlu ve meşguldü.  Çocukları kıtalarına dönünce o da anlatılarına geri döndü.

İlk anekdotu, anlatılarının geçtiği dönemde Macit’in domates, biber ve yumurtaların tuzla takas ederi için yıllarca kullanılan kuralları (hatta kaşıkları) bir gün bizim artık Ayvalık’a özel bir “naz”ımız var diyerek değiştirmesiydi. Pazarda çıkan karışıklıktan kısa bir süre sonra bu naz yüzünden tacirlerin çevredeki pazarlara göre uğradığı zararın bütün hemşerilerden eşit miktarda toplanacak tuzla ödeneceği fermanı yayınlanmış. Böylece o zamanlar kimse bir şey anlamasa da büyük tacirlerin homurtuları kesilmiş.

Zamanda hoplamayı bırakıp üçüncü bölümün son anına dönersek:

Macit; Mucit ve onun (hain) eşi Makber’le birlikte pazara gitmesinin hemen ardından pazar alanın kapısının hemen kenarında devasa bir tezgah,  büyükçe bir depo ve etraflarını genişçe çerçeveleyen yüksek, taş bir duvar inşa eder. Mucit’e payını vereceğini söyleyerek pazara gelmesine gerek kalmadığını söyler. Verdiği tuz karşılığında (Mucit’in balıkları tuzlamasını öğrettiği) balıkçılarla yelkenli teknelerle tuzladan Ayvalık’a taşıma işi için anlaşır.  Takır’la yapılan tuz taşımasının yerini artık tekneler almıştır. Nerdeyse her gün sahile yanaşan teknelerle gelen tuzu Macit, güreşçi arkadaşlarına uzunca sayılacak bir yoldan pazardaki deposuna taşıtır. Bu vesileyle Tan; hem teknelerdeki hem de yel değirmelerindeki yelkenleri ilk bulanların Mucit’in büyük, büyük babası olduğunun söylendiğini hatırlıyor. Tan martılar kadar bu yelkenli gemileri de izleyip resimlerini çizermiş.

Tuz Taşıyan Yelkenli
Tuz Taşıyan Yelkenli

Bu arada Ayvalık’ta hem tuz kullananlar hem de kullanım alanları artmaktadır. İnsanlar yanlışlıkla tuz dökülen tahta eşyalarının, elbiselerinin kolayca temizlendiğini, böcek ısırıklarına iyi geldiğini birbirine anlatıp durmaktadır. Ne var ki bütün tuz ticareti tek bir ailenin elinde olduğu için ancak çok miktarda ürün karşılığında takas edilmekte, bu duruma Ayvalıklılar Tekel demektedir.

Gariptir ki Mucit artık tuzla ilgilenmemekte, garip buluşlar üzerinde çalışmaktadır. Bir tanesini Tan pek beğenmese de çok işe yaradığını kabul etmek zorunda kalmış. Mucit koyun derilerini kuruturken tuz kadar taze köpek dışkısı kullanılması gerektiğini buldu. Bu sayede deriler çok daha yumuşak ve uzun ömürlü oluyormuş. Böylece pazar yerinin yakınında yer alan dericiler onlarca köpek bakmaya ve bu nedenle de pazar pek bir kötü kokmaya başlar. O gün bugündür Ayvalık’ta köpeklerin özel bir yeri var. Kedilerin önemi ise daha sonra keşfedilmiş.

Macit tuz işine odaklanmaktadır. Önce pazarda takas edilen hemen her ürün için kaç kaşık tuz ödeyeceğini bir taş levhaya kazıtıp deposunun kapısının önüne diker ve levhanın bir stel olduğunu söyler. Tan bu stelden çok etkilendiğini, üzerinde on adet domatesin karşısında bir kaşık tuz resmi olduğunu daha dün gibi hatırlıyor. Bu stelden sonra gördüğü onlarcası içinde onun kadar etkileyen bir tek “2001 – Bir Uzay Yolu Destanı” adlı filmdeki monolit olmuş.

2001 - Bir Uzay Yolu Destanı
2001 – Monolit

Macit bir kaç hafta sonraki pazarda, deposundaki fazla tuzla ailesinin tüketebileceğinden fazla ürün almaya başlar ve aynı gün isteyene aldığı bu ürünleri yine tuz karşılığı takas edebileceğini duyurdu. Bu takas pazarın kurulduğu Perşembe günü dışında da yapılabilecektir. Ancak elindeki ürünleri verirken alıcılardan tuzu alırken tuz alım kaşığı kullanacağını duyurdu. Bu kaşık mal alım kaşığından oldukça büyüktü.

Birkaç hafta sonraki pazarda herkesin takasa gelirken belinde takas tuzu çantasıyla gelmesinin kolaylık olacağını duyurdu. Kaşıklar ve çantalar  kendisinden (tabiiki ürün takası karşılığında) temin edilebilecekti.

Macit'in Çanta ve Kaşıkları
Macit’in Çanta ve Kaşıkları

Bütün bu değişikler pazarı tam olarak karıştırdı. Sık sık hangi kaşık, ıslak tuz, kuru tuz tartışmaları çıkıyor ve çoğu da kavgayla bitiyordu. Bu durumlarda Macit’in güreşçi arkadaşları devreye girerek her iki tarafı bir şekilde ikna ediyordu.

Tan ve bazı hemşerilerinin tuzu boş verin birbirimizle direkt takasımıza devam edelim önerisi genel kabul görmez. Pazarda karışıklıklar yıllarca sürüp durur, ta ki Macit bir gün pazara takasta tuz kullanmanın yerini alacak yeni bir buluşla gelinceye kadar…

Ekonomi Mitleri #3

Pembe renkli tuz kumunu Ayvalık pazarına Mucit adında iri kıyım bir adam ve karısı getirmekteydi. Evleri öğle vakti (gün ağarmasından güneşin tepeye varasına kadar sürede bir adamın yürüyebildiği) mesafede olmasına rağmen pazara “takır”ı sırayla iterek ancak ikindi vakti varabiliyorlardı. Takır o kadar mucizevi bir şeydi ki pazara girişlerinde herkes huşu içinde çıkardığı takır tukur sesini dinlerdi. Takır kelimesi asırlar içinde dejenere olarak teker olarak kullanılmaya başlamış. Tan Mucit’ten öğrendiği resim çizme sanatıyla bu ilk takırı gizlice resmederek saklamış:

Takır
Takır

Mucit ve (tuza duyulan ihtiyaçtan dolayı pazara girmesi kabul edilen) eşi gelir gelmez, sepetteki tuzla takaslarını yapıyorlar  geceyi aldıkları ürünlerle dolu takırlarının yanı başında pazar yerinde geçiriyorlardı. Her ikisi de dost canlısı, hoş sohbet insanlardı. Tan bostanda çalışmayı sevmese de taş ve ağaçlara şekil vermekten hoşlanıyordu. Mucit’in kullandığı sepet, düz dalları ve halatı yapmayı gözü kesiyordu ama öyle dönerek taşımayı kolaylaştıran takırı yapmak için kocaman bir ağacı nasıl kesip nasıl öyle bir şekil verebileceğini bir türlü çözemiyordu. Mucit’in akşam konaklamalarında fermente üzüm suyu içtiği zamanlardaki sohbetleri sırasında ne kadar sorarsa sorsun aldığı cevap muzip bir gülümsemeden ibaret oluyordu. Bu konu dışında Mucit sadece Tan’a değil bütün herkese tuzun kullanım şekillerini anlatıyordu: balıkları uzun süre saklamak, domates, hıyar, biber turşusu yapmak, ekmek hamuruna biraz katkılamak, hayvan derilerini kuruturken kullanmak ve daha niceleri.

Mucit’in kardeşi Macit’in ailesiyle birlikte yaşadığı beldede denize yakın bir göl vardır. Zaten tuz kumu da bu gölden elde edilmektedir. Macit kardeşi Mucit’e sadece iri cüssesi ve uzun boyuyla benzemektedir. Avlanmayı, ok, cirit atmayı sevmekte, güreş etmeye bayılmaktadır. Ağabeyi Mucit’le arasının bir avlanma yüzünden bozulduğu söylenir. Gölde yaşayan, al renkli, uzun bacaklı ve uzun boyunlu, leyleğe benzer bir kuş vardır. Mucit o zaman adı olmayan bu kuşlara ok atan kardeşini görünce “vurma, vurma” diye uzun uzun ve defalarca höykürür. Macit bu olaydan sonra ağabeyine çok kırılır ama yine de dinler.

Allı Turna
Allı Turna

Olaya uzaktan şahit olanlar ise Mucit’in kuşa “turna, turna” diye seslendiğini sanınca bu kuşlar da bir ada kavuşmuş olur. Sonraları benzer kuşlara de turna denmeye başlayınca adet üzerine adına bir sıfat eklenerek allı turna olarak son şeklini aldı sanıldı. Binlerce yıl sonra Ayvalık’a yeni göçenlerse biz TV’de Flamingo Yolu ‘nda gördük. Bu kuşun gerçek adı flamingo ana vatanı da Florida dediler. İnanan inandı ama Tan hala allı turna demeyi yeğliyor ve Ayvalık’ın onların ana vatanı olduğuna inanıyor.

Flamingo Yolu
Flamingo Yolu

Macit, ağabeyi ve eşi gibi çalışmayı sevmese de zeki, hırslı ve iyi bir gözlemcidir. Çalışmasa da “ailemle birlikte gölün ve bahçelerinin güvenliğini sağlıyorum” diyerek takasla gelen her malın yarısını almaktadır. Mucit ve yengesinin her Pazartesi günü artan miktarlarda mal getirdiğini doğal olarak hemen fark eder. Mucit’e gelecek pazara kendisinin de gelmek istediğini söyler. Biraz şaşırsa da Mucit bu ilgiye çok sevinir çünkü Pazar gününün artan yükünün altından iki kişi olarak kalkamayacaklarını anlamıştır. Ama bir sonraki pazarda beklediği olmaz çünkü Macit ne yük taşımaya, ne de takas işlerinde yardımcı olmayı kabul etmez. Sadece etrafı gözlemlemekle yetinir.

Bu pazarda Tan merakına yenilir ve sonradan çok pişman olacağı bir iş yapar. Mucit tuz takasını sürdürürken ortada bıraktığı defterine gizlice göz atar. Anında durumu fark eden Mucit defterini alarak heybesine koyar. Bu durum dostluklarında uzunca süren bir kırıklık yaratır. Aylar sonra bir gün Mucit pazarda ona kendi yetiştirdiği domates ve biberden birer adet verir ve şimdi ödeştik der. Artık Ayvalık’ın tek domates ve biber üreticisi olmadıklarını fark eden Tan, Mucit’in ne hissettiğini tam olarak anlar.  Bu nedenle gördüğü “takır takır” resmini ancak binlerce yıl sonra, o da Mucit’i onurlandırmak için paylaşır.

Takır Takır
Takır Takır

Asıl sürpriz ise bu talihsiz olaydan bir sonraki pazarda ortaya çıkar ve Macit pazar alanın kapısının hemen kenarında sürekli bir tezgah ve depo inşa edeceğini ilan eder. Yanında getirdiği kendisi gibi iri cüsseli, güreşçi dostlarıyla yerini belirleyerek duvarların inşasına girişirler.

Ekonomi Mitleri #2

Tan ve Raz ‘ın yaşatmaya çalıştıkları ekonomik düzenleri iki adet basit takas ilişkisinden ibarettir:

Yedi günde bir ihtiyaç fazlası olarak yirmi adet domates ayırabilmektedirler. On dört adediyle yan komşudan on dört yumurta, altı adediyle de değirmenciden altı kepçe un takası yapmaktadırlar. Bu işlemi niye yedi günde bir yaptıkları ve yedi günün daha sonra niye “hafta” diye adlandırıldığını kendileri de hatırlamamaktalar. Hatırladıkları bu takas sayesinde her gün melemen ve az ekşi ekmeklerini keyifle yedikleri.

Melemen
Melemen

Önce yumurta veren komşu cıvıtarak ben on dört domatese ancak on iki yumurta verebilirim diye tuttur. Tan on dört yumurta için on altı domates vermeyi düşünür ama Raz o zaman bostanda sen de çalışmalısın deyince hemen vaz cayar ve on iki yumurtayı kabul eder. Tan Raz ‘a fazla yumurta yemek “kolisitrol” yapıyor, sağlığa ve üretkenliğe zararlı diye ilk beyaz yalanı söyler. Kolistrol kelimesi günümüzde kolesterolkolitrol gibi farklı formlarda yaşamakta. Gerçekten de biraz kilo vererek çok heykelsi bir görünüm kazanırlar ama Raz’ın bahçedeki üretkenliği düşer.

Yel Değirmeni
Yel Değirmeni

Üstüne üstlük un değirmencisi de ben altı kepçe yerine beş kepçe un veririm  deyince Tan artık “Pazar” a çıkmanın vaktinin geldiğine karar verir. Tabi o günlerde Pazar diye bir kelime yok, sadece Tan ‘ın zihninde titreşen bir ışık var. Önce sepete koyduğu domateslerle diğer kümes ve un değirmenlerini ziyaret ederek eski düzenine geri dönmeyi başarır. Ama bir müddet sonra onlar da ilk komşulardan haberi alarak yumurta ve un miktarlarını kısarlar. Kapı, kapı gezmekten ve gerilen komşu ilişkilerinden yorulan Tan kümes, bağ, bostan, davar, inek ve değirmen sahiplerine bir öneride bulunarak haftada bir gün büyükçe bir alanda ürünlerle birlikte bir araya gelip Pazar açmayı ve takasları orada yapmayı önerir. Unutulmasın diye de o günün adına da Pazar diyelim der. Kendisi gibi kapı, kapı gezmekten bıkan erkeklerin oydaşlamasıyla ilk pazar yeri, ilk Pazar günü açılır.

Pazar Yeri
Pazar Yeri

İlk Pazar Tan ‘ın düşündüğünden bile iyi gider. Kızışan rekabetle Tan on dört domatese, on beş yumurta ve bir testi şıra alır. Koruk suyu, şıra dışında, değişik şekilde fermente edilmiş üzüm suyundan da tatma imkanı bulur. Özellikle bu sudan fazla içenler bu ilk Pazar günü akşam üstüne doğru çok neşelenerek türküler çığırmaya başlar ve oynarlar. Eğlenceler yakılan ateş çevresinde geç saatlere kadar sürer.

Ertesi güne Ayvalık normalden sessiz girer. Tan fazla eğlenen erkeklerin bazıların suratının çok asık olduğu, hatta bazında morluklar gördüğünü hatırlıyor. Raz ‘ın tepkisini ise net olarak ve kesinlikle hatırlamıyor. Neyse, o gün bütün erkekler tatil yapar. Günün adını da Pazartesi koyarak her hafta o günü erkekler için zorunlu tatil günü ilan ederler.

Pazar sayesinde mutfaklarında melemen eksik olmaz, yeni dostlar edinirler ve bir de “tuz” diye büyülü bir kumla tanışırlar.

Bu arada her düzende olduğu gibi bu keyifli pazar ortamını bozacak iç mihraklar oluşmaktadır..