Gürcistan 2022 – Heykeller #1

Sevgilimle yaptığımız dört günlük Gürcistan gezisinde; Tiflis, kısa bir süreliğine turladığımız Siğnaği (Sığınak) köyü ve gördüğümüz Batum fotoğraflarından hareketle Gürcistan’da çok kuvvetli bir heykel damarı olduğunu sonucuna vardık. Müze gezmediğimiz için antik heykellerini bilmiyoruz ama sokaklarda Sovyet dönemi ve sonrasına ait yüzlerce heykel var. Ülkemizdeki özellikle son çeyrek yüzyıldır artan heykel düşmanlığı nedeniyle yaşadığımız yoksunluktan olsa gerek, yaklaşık elliden fazla heykel fotoğrafı çekmişiz.

Sovyet döneminde dini motiflere ve kişilere pek izin verilmemesi nedeniyle en uygun bulunan tarihsel Gürcü kadın figürü, pagan kökenli Kartlis Deda (Gürcistan’ın Koruyucu Anası, Tiflis’in sembolü) olmuş. Heykel Tiflis’in kuruluşunun 1500. Yıldönümünde 1958 yılında Sololaki tepesine inşa edilmiş. Elguja Amashukeli ‘nin tasarımı bu heykelde, geleneksel Gürcü kıyafetlerinde Kartlis Deda şehre dostça gelenlere şarap kasesini sunarken, şehre düşmanca gelenlere de kılıcını sallıyor. Alüminyumdan, oldukça kaba hatlarla tasarlanmış bu anıt heykel, sürekli olarak soğuk savaş döneminin haşin Sovyet algısını anımsatıyor. Gürcüler belkide, çok acı Sovyet anılarını sürekli diri tutabilmek adına bu heykeli ışıklandırmış, 24 saat çalışan teleferikle donatmış.

Teleferikle çıktığımız tepeden harika bir şehir manzarası var. Tepedeki manzara keyfini tamamlamak üzere külde pişirilen Türk kahvesi ve bir Akdeniz tadı olarak tanıtılan Efes birasını bulabilmek çok hoşumuza gitti. Buraya çıkınca bizim gezme fırsatı bulamadığımız büyük bir Ulusal Botanik Bahçesini ihmal etmemekte fayda var.

Kartlis Deda Heykeli
Kartlis Deda (1958 – Elguja Amashukeli )
Elguja Amashukeli
Elguja Amashukeli
Margaret Thatcher
Margaret Thatcher (Demir Leydi)

Alüminyumdan yapılsa bile bu heykel keskin ve soğuk hatlarıyla bize rahmetli Leydi Margaret Thatcher’dan bile daha sert bir “demir leydi” gibi gözüküyor. Heykeltraş Elguja’nın Tiflisli hemşerilerine ve ziyaretçilerine yaptığı görsel işkence bu heykelle bitmiyor tabii ki. Daha sonra anlatacağım gib yaptığı onlarca heykelden bir tanesi daha Tiflis’in ortasında insanın gözüne gözüne batıyor.

Bir kadın heykelinin her iki elindeki eşyalarla dünyaya mesaj vermesi bana New York sahillerinde bir adada yaşayan bir diğer süper kuvvetli kadını ve  Özgürlük Heykeli‘ ni hatırlattı. Çok daha yaşlı olan bu bakır heykel, Fransız tasarımcı Frederic Auguste Bartholdi ve yüzüne modellik eden annesi Charlotte’a borçlu olduğumuz daha zarif hatlar taşır. Daha önemlisi bir elinde kitapla Amerika’nın özgürlüğünü, diğer elinde meşale ile aydınlanmanın önemini anlatarak Kartlis Deda’dan biraz daha ılıman bir duruş sergiler. Hanfendinin dünyanın başına sürekli dert olan eşyası ise başındaki taç ve onun vurguladığı yedi düvele özgürlük getirme hevesidir – heykel ile ilgili wiki sayfasının İngilizcesi daha güncel olduğu tercih edilmiştir.

Frederic’in önceki dev heykel projesi için Osmanlı hazinesi ve Mısır Hidivi İsmail Paşa‘da yeterince para olmamasına üzüldüğümü söyleyemeyeceğim. Heykelden kurtardıkları para İstanbul’a Hidiv Kasrı‘nı hediye etmiş olabilir.

Özgürlük Heykeli
Özgürlük Heykeli
(1886 – Frédéric Auguste Bartholdi)
Frederic Auguste Bartholdi
Frederic Auguste Bartholdi
Mısır Hidivi İsmail Paşa
Mısır Hidivi
İsmail Paşa

Modern kadın heykeli olarak benim favorim, gönlümün sultanı İlhan Koman ın 1980 yılında yaptığı ustalık eseri “Akdeniz”. Maalesef bu güzel, özgürlük sembolü kadın, insanlara tasarlandığı gibi İstanbul’un bir büyük kent meydanından veya Akdeniz rüzgarlarının estiği bir yamaçtan değil ancak bir bankanın, 3. katındaki korunaklı bir sergi salonunun pencerelerinden bakıyor. Son yılların İstiklal caddesine bakınca bu buruk kaderi insan daha kolay kabulleniyor. İlhan Koman’ın içinde ailesiyle yaşamını sürdürdüğü teknesi Hulda‘nın oğlu tarafından Akdeniz’e kavuşturulmuş olması insana teselli veriyor. 

Her neyse saç levha dilimlerinden yapılan bu alımlı kadın gerçekten tasarlandığı gibi insanı kucaklayan bir sıcak rüzgar. Bizim Akdeniz doğal olarak Batum’daki bir başka dilimli ve üstüne üstlük kinetik (hareketli) heykel Ali ve Nino’yu (Erkek ve Kadın’ı) çağrıştırıyor. Tamara Kvesitadze ‘nin bu olağanüstü heykelini, öykünün romanını ve filmini ancak okuyup gördükten sonra anlatabileceğim.  Bu eseri şimdiden merak edenler ise linkten okuyabilir.

Akdeniz Heykeli
Akdeniz Heykeli (1980 – İlhan Koman)
İlhan Koman
İlhan Koman
Ali ve Nino
Ali ve Nino (2010 – Tamara Kvesitadze)

Artık erkek, hem de atlı erkek heykellerinden bahsetmenin zamanı geldi. Tiflis’te bir koruyucu ana olduğu gibi bir de kurucu kral var: Vahtang Gorgasali

Bir gün Kral Vahtang Gorgasali ava çıkar. Aralıksız uçan sülünün peşine eğitilmiş atmacasını salar. Aradan zaman geçer, ne atmaca ne de sülün görünürde yoktur. Onları aramaya başlarlar ve kısa zaman sonra ikisini de sıcak suya düşmüş olarak bulurlar. Kral orayı çok beğenir ve bir kent kurmalarını buyurur. Kente, orada bulunan tbili (ılık) sudan dolayı Tbilisi adı verilir. – Wikipedia

Kartlis Deda’nın soğuk, alüminyum heykelini yapan Elguja Amashukeli bu heykeli; 1967 yılında, Tiflis’in ortasından geçen Kura nehrinin kıyısındaki (kralın yaptırdığına inanılan) Metehi kilisesinin bahçesine yerleştirmiş. Biraz daha insansı gözükse de (belki yansıtmak istediği bir naif, antik Gürcü dönem havasından, belki de Sovyet heykel okulunun soğukluğundan) benim pek ısınamadığım bir başka heykeli oldu. Güzel bir youtube linki verdiğim bu anıtta gözüm hep bir atmaca veya sülün referansı aradı ama onu ancak Tiflis’in bank arkalıklarındaki üzüm salkımlarının yanında bulabildim.

Tiflis'te Bank Arkalığı

Heykel heykeli çağrıştırınca aklıma bir dönem Cumhuriyet’imizin İkinci Adamı olarak anılan İsmet İnönü’ye ithafen yapılmış bir başka (talihsiz) atlı heykel aklıma geldi. İlhan Koman’ın da tedrisatından geçtiği Profesör Rudolf Belling‘in 1944 yılında yaptığı bu heykele uygun bir yer bulunması tam 38 yıl sürer. Beşiktaş Taşlık Parkında zoraki bir yer bulur. Doğal olarak rahmetli Rudolf hocaya o günü görmek kısmet olmamış

Sadece fotoğraflarını gördüğüm bu atlı heykelden de Vahtang Gorgasali’nin heykellerinden gelen soğuk hava geliyor. Bence her iki heykel de güç ve azamet gösterisi yapmak yerine biraz daha içten ifade ve doğallık yansıtabilseler ithaf edildikleri kişilere daha çok yakışırlar ve bizlere daha çok keyif verirlerdi. Marcus Aurelius‘un antik Roma dönemi atlı heykeli ise bence bunu harika başarmış – nede olsa Akdeniz’li !

Vahtang Gorgasali (1967 – Elguja Amashukeli)
İsmet İnönü
İsmet İnönü
(1944 – Rudolf Belling)
Marcus Aurelius
Marcus Aurelius (175 – )

Uzun süre yazı yazmayınca bu pek bir uzun, pek entel görünümlü bir şey oldu. Bir sonraki heykel yazısı; daha kısa ve kısmetse –  ejderhalar, banka soygunu ve bitmeyen devrimlerle bezenmiş, düz ayak bir avantür olacak. 

Ekonomi Mitleri #9

Zeytin ruhmanı totemi yüzü ve sağ elindeki uzun değnekle Raz’a çok benziyordu. Elbise, sol elindeki küçük çanak ve başındaki taç dışındaki bu benzerlik komsunda hemen herkes hemfikirdi. Bu söylentiyi zeytin ruhmanı Zeytinus’a aktaran bir zeytinci derin bir sessizlikle uğurlanmıştı. Ertesi Pazar günü Mucit, yanında karısı Makber, ayrıca Zeytinus’un eşi ve aynı zamanda Makber’in kız kardeşi olan Hera’yla pazara gelir. Mucit heykeldeki kadının Hera olduğunu açıklar. Hera, heykeldeki elbiseyi giymiş, tacı başına takmış, bir elinde asa ve diğer elinde çanak tutarak heykelin yanında durarak pazarcıları selamlamıştı.

Hera
Hera (Raz ?)

Hera nesiller arasında değiştirilerek aktarılan öykülerle bir “femme fatale” a dönüşerek varlığını sürdürürken kocası Zeytinus ismi ise bir zeytin parazitoitinde yaşamakta – https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1257802

Tan o günün özetini; “Hera’nın yüzü heykele pek benzemiyordu ve Mucit’in sol gözünün altında bir morluk vardı” diye yaptıktan sonra en sevdiği ruhmanı ve birayla tanışmasını anlatmaya başladı:

Tan’la birlikte hemen bütün erkeklerin favori ruhmanı Diyonuz ‘du. Üzüm ve artık şarap olarak anılan fermente üzüm suyunun ruhmanı olarak atanması Macit’i öldürmekle korkutmasıyla sonlanan, öfkeli bir ikna seansı sonrasında olmuştu. Aslında hemen her zaman hoş sohbet bir adamdı. Değişik bir lehçeyle hafif peltek konuşur, şarap ve üzüm bilinçleriyle ilgili şarkılarını hikayelerle süsler, şarabını içip, üzümleri yerken bazen insan ve hayvan taklitleri yaparak dans ederdi. Çoğu zaman güldüren ama bazen ağlattığı uzun müzikal öykülerini dinlemek için komşu yerleşimlerden bile gelenler olurdu. Daha önce hiç kimsenin duymadığı bir şekilde çoğu cümlesini “koşuyonuz, geliyonuz, diyonuz” diye bitiriyor “nasılsınız” yerine “napıyonuz” diye sesleniyordu. Zaten ismi Diyonuz da bu konuşma tarzı yüzünden yakıştırılmıştı. Kendisine takılan bu ismi duyunca kahkahalarla gülmüştü. Uzun bir süre onun sunağındaki üzüm salkımı totem yerini korudu. Ta ki güneydoğudan gelen ve kendilerine Sümerli diyen bir göçmen grubu Ayvalık’a arpayı, bira yapım bilgilerini ve tarihi tabletlerini getirene kadar – https://www.worldhistory.org/trans/tr/2-223/antik-cagda-bira/

Sümerliler ve Bira

Tan mayalanmış, sulu arpa lapası çanaklarından uzun kamışlarla emilen bu içeceği şaraptan çok sevmişti. Bira içerken yeni göçen arkadaşlarından bira tanrıçası dedikleri Ninkasi ve bira yapımıyla ilgili olarak kendi dillerinde söyledikleri ilahiyi dinlemeye bayılıyordu – https://arkeofili.com/sumerlerin-3800-yillik-dunyanin-en-eski-bira-tarifi/

Arpa ve biraya olan ilgi artsa da Ayvalık’taki çoğunluk şaraptan vazgeçmez. Birayı deneyip beğenmediği için ilgilenmeyen Diyonuz, Ninkasi ilahisinin anlamını öğrendikten sonra fikir değiştirir. Öfkeli bir şekilde  arpa, bira bilinçleri ve Ninkasi’yle görüşmelere yardımcı olmak üzere de ruhmanlık yapacağını ve artık Diyonisus alarak anılmak istediğini ilan eder. Üzüm salkımı totem yerini Diyonisus’un heykeline bıraktıktan sonra o da tekrar sevilen normal haline döner. Diyonisus’un eski güreşçi arkadaşlarının da kattığı yeni öykü seanslarına katılanlar pazar meydanına sığmaz olurlar. Tan binlerce yıl sonra Kırklareli şehir merkezinde bu kadim ruhmanın anısına yanlış bilgilerle  “Çal bölgesinde yaşamış Bağ Bozumu Tanrısı” olarak sergilense de anıttaki detaylar ve plaketi görünce çok duygulanır.

Kırklareli Diyonisusu
Kırklareli Diyonisus’u

Hera olayından  Mucit’in ölümüne kadar geçen sürede Mucit ve Makber’in birbirleriyle konuştuğunu gören olmaz. Bu zamanın çoğunu Mucit aile tuzlalarının içinde yer alan Aydemya adını verdiği kampta, çıraklarıyla birlikte geçirir. Ağaç, taş kesme ve yontma ile başlayıp, çizim ve onun hesap dediği çalışmalarla süren yoğun toplantılar yapılır. Tan bunlara iki gün için katılmış, özellikle çizim çalışmaları ve geceleri ateş başında süren tartışmalardan çok keyif almış ama Raz’ın yüksek tonlu “evine ve işine geri dönricası daha baskın çıkmıştı !

Tan Mucit’in öteden beri hayran olduğu derin bilgisine ek olarak, Aydemya’daki kadınlı- erkekli genç çırak takımındaki fikir zenginliğine şahit olmaktan çok etkilenir. Omega adındaki, beyaz tenli, ufak tefek genç adam hemen her çalışmada değişik ve yapıcı önerileriyle dikkat çeker. Mucit’te Omega’yı sahip olmadığı oğlu yerine koyup, yakın ilgi göstermektedir. Aydemya’da kaldığı iki gün süresince  ikilinin kulak misafiri olduğu sohbetlerinde sürekli  “zaman” kelimesi geçer.

Bir süre sonra Pazar meydanın ortasına Mucit ve Omega’nın uzun tartışmalarla belirlediği noktalara, bir yaya benzer dizilimde on iki büyük sarımsak taşı yerleştirilir. Merakını yenemeyen Tan Mucit’e ve Omega’ya bunlar ne işe yarayacak diye sorunca “biraz sabret” cevabını alınca, “peki niye on iki taş” diye ısrarla sorar.  Omega her birinde altışar parmak olan iki elini Tan’a uzatarak işte bu yüzden diyerek güler.

Bence çoğunuz bunca ipucundan sonra bu ince hesaplı, süper gizemli inşaatın amacını çoktan anladı. Anlamayanlara ricamız “biraz sabretmeleri”.