Ekonomi Mitleri #7

Tan bu önemli paylaşımın başında; Raz’la Ayvalık’a geldiklerinden itibaren hayatlarında olan bazı değişiklikleri anlatmak istedi:

Mucit sebze, meyve yetiştirme konusundaki bazı gizli deneyimlerini zaman zaman Raz’la paylaşıyordu: tavuk, güvercin, koyun dışkısını toplayıp, fermente etmeyi becerebilirse ve uzunca bir süre bekletirlerse sihirli bir toprak elde edebilirlerdi. Bunu da sebzelerin, zeytin ve meyve ağaçların altına dökerlerse bostanlarında mucizeler göreceklerdi. İlk aşamadaki pis kokulu fermantasyon işi Raz’la yaşanan kısa bir tartışma sonrasında Tan’ın üstüne kalmıştı. Yaklaşık bir sene sonra domates ve biberlerdeki olağanüstü bereketi gören Tan bu kokulu işe biraz daha az homurdanarak devam etmişti. Mucit, Raz’a toprağı havalandırmak, sebze tarhlarının yerini dönüşümlü olarak değiştirmek, mevsiminde ağaç dalları seyreltmek gibi bir çok farklı bilgiler de veriyordu.

Bu arada Ayvalık’a göçen bir sürü yeni aile olmaktaydı. Tan ve Raz bu ailelerden üç dört tanesiyle birlikte ortaklaşa, geniş alanlarda bostan ve zeytinlikleri işletmek gibi bir yol bulurlar. Bunun sonunda da Raz zamanının çoğunu domates karıklarında değil, ortakçı kadın arkadaşlarıyla zeytinliklerin iyileştirmesi için harcamaya başlar. Zeytin silkmede kullanmak için kullandığı uzun sopasını sürekli olarak yanında taşımaya da bu dönemlerde başlar.

Ortakçılar bütün bostan ve zeytinlikleri birlikte işler. Paylaşım mahsulün toplandığı günlerin akşamında erkekler arasında yapılırken kadınlar izler. Paylaşımda erkekler arası tartışmalarda Tan, izleyen kadınlardan gelen itirazlarda ise Raz arabuluculuk yapar. Her aile kendi mahsulünü depolar, işler ve pazarlarda takasa götürür.

Tan bu noktada Ayvalık’ta hemen herkesin paylaştığı inanç düzeninden bahsetmek istedi:

Eski kıtada olduğu gibi Ayvalık’ta yaşayan insanlar da; canlı cansız hemen her varlığın erişilebilir bir bilinçleri, bazen yapıcı, bazen de yıkıcı güçleri olduğuna inanıyorlardı. Bunların hepsi de üstünde yaşadıkları toprak, gökyüzündeki ay, güneş ve yıldızlarla birlikte tek bir vücudun parçalarıydı. Bu parçalarla her türlü alışverişte onlarla konuşmak son derece doğal, hatta zorunluydu.

Avcıların avlarına yaklaşırken usulca onları sakinleştiren, af dileyen sessiz konuşmalar yapması, balıkçıların denize açılırken denize, rüzgara sakin olmaya davet eden şarkılar söylemesi, ağ atıp, toplarken balıklardan özür dilemeleri günlük hayatlarının bir parçasıydı.

Raz da sebzelerle uzun uzun konuşması, zeytin ağaçlarına yüksek sesle ninni okumasıyla dikkat çekiyordu. Hasat zamanlarında bol sebze ve zeytin  almasıyla tanınmaya başlayınca doğal olarak onlarla iletişiminin iyi olduğu da söylenmeye başladı.

Bu uzun girişten sonra pazara dönersek; Macit, pazarın bakım ve güvenliği için çalışan güreşçilerin görev yapabilmesi için tezgah sahiplerinden alınan iki kaşık tuzun yetmediğini bunun üçe çıkartıldığını duyurdu. Evlere yapılan önceki ikna ziyaretlerini herkes bildiği için bu uygulama sessizce kabul gördü.

Ancak birkaç ay sonra aynı gerekçeyle artık beş kaşık tuz alınacağı duyurusu yapılınca o hafta pazarda kimse tezgah açmadı. Gariptir ki hiçbir tezgah sahibini ikna etmeye çalışan da olmadı. Macit uygulamanın üç kaşık olarak süreceğini duyurmakla yetindi.

Sonraki Perşembe pazarında hoş bir sürpriz vardı. Sarmısak taşlarından yapılan boş platformların ön cephelerine bazı şekiller işlenmişti. Ayrıca, her birinin üst basamağında ise başları dahil bütün vücutları koyu renkli kumaşlarla örtünmüş, yaşları ileri güreşçiler yer almaktaydı. Çoğu sakallı, hemen hepsi sevilen bu güreşçilerin her birinin göğsünde Macit’inki gibi M şekilli bir takı vardı.

Doğal olarak herkes tezgahları yerine bu garip giysili, güreşçilerle sohbete gitti ve şaşkınlıkları bir kat daha arttı: Bu güreşçiler onlara “yardımcı” olmak üzere, onlar yerine balıklar, horozlar, domates-biber-patlıcan fideleri, zeytin ağaçları, koyunlar, üzüm asmaları ve diğer bilinçlerle konuşacak, onlara şarkılar söyleyeceklerdi. Tezgah açan, açmayan herkes ilgili platforma balık, domates, peynir, yumurta, zeytin şeklinde adağını bırakıp, adını söylerse “yardımcı” o bilince iyi niyetleri, dilekleri iletecek ve gerekenler için af dileyecekti. Onlar bu bilince “ruh” demeyi yeğliyor, kendilerine de onlarla ilgilenen kişi olarak “ruhman” denebileceğini söylüyorlardı. ruhman-ruhban sözcük ikilisi, farket – market dönüşümü gibi özel bir etimoloji sorunsalı durumunda :   https://tr.wikipedia.org/wiki/Ruhban_s%C4%B1n%C4%B1f%C4%B1

Bu ruhman hizmetinin yarattığı şaşkınlık geçince aynı gün adaklar sunulmaya ve o platformlara “sunak” denmeye başlandı. Teknik ilk sorun da o gün ortaya çıktı; sunakların önünde “zeytin”, “balık, “üzüm”, “horoz”, “koyun” u çağrıştıracak şekilde kazınmış bazı şekiller olsa da bu sembolik şekiller çoğu yeni göçmen olan pazarcılar tarafından karıştırılıyor sunaklara farklı adaklar bırakılıyordu.

Çözüm yine Mucit’ten geldi: Dört hafta sonraki pazarda sunaklara kimi ahşaptan, kimi yumuşak sarmısak taşından oyulmuş olan, şimdilerde “heykel”, o zamanlar ise (bazen şimdi de) “totem” dediğimiz yaklaşık kırk santim boyutunda nesneler konuldu.

O döneme ait çizimlerden bugüne ulaşan olmamakla birlikte Tan, Mısır’da ortaya çıkan bir balık toteminin Ayvalık’ta o  gün kullanılana çok benzediğini belirtti:

Balık Totemi
Balık Totemi (Mısır)

Tan’ın beş yıl önce İvrindi’de gördüğü, ardından geçtiğimiz yıllarda yenilenen “belde tanıtım anıtı” da o zamanki koyun heykelinin büyüğü olmakla birlikte benzeriymiş…

Ivrindi'nin Eski Koyunu
Ivrindi’nin Eski Koyunu

Bu “renkli” foto paylaşımından sonra Tan totem evriminin eğlenceli örnekleriyle başlayıp mitolojinin bilinmeyen magazin detaylarıyla sürecek bir sonraki paylaşımına kadar kısa bir mola istedi.