Pulau Ujong – Coğrafya ve Durian Deneyimi

Durian ve Simit

30 Ağustos 2023’teki gezi paylaşımımı hatırlayanlar azaldığı için küçük bir özet vermekte fayda görüyorum: Üç ay önce üç ülkeyi kapsayan bir bir geziye çıktığımızı davul, zurnayla duyurmuştum. Ancak ülkeleri net ifade etmek yerine gıcıklığına bu ülkelere ait üç ana adanın adını ve bazı demografik bilgilerini paylaşmıştım:
1. Ada : Pulau Ujong –  710 km2 , 5,453,600 nüfus
2. Ada : Honshu – 227,963km2, 104,000,000 nüfus
3. Ada : Mactan – 65 km2, 527,000 nüfus

Şimdi açıklıyorum – Pulau Ujong dediğim birinci ada; Singapur ülkesinin ana karası. Hani hepimizin orkidelerin anavatanı, sakız çiğnemenin yasak olduğu (ancak tıbbi nedenlerle, raporla satın alınabildiği) ülke diye bildiğimiz memleketin Singapur Adası olarak da bilinen büyük kısmı. Haritayı incelerseniz Malezya ve Endonezya arasında bir körfeze sıkışmış minyon bir ülke olarak göreceksiniz, işte orası:

Singapur Harita, Bayrak ve Durian

Benim hafızanıza kazımak istediğim ilk önemli bilgi Singapur’un gezegenimiz üzerindeki konumu itibarıyla 1° kuzey enlemi üzerinde yer aldığıdır. Bu coğrafi bilginin Türkçe’si ise ülkenin pratik olarak ekvatorun üzerinde olup, yıl boyunca gece-gündüz sürelerinin en fazla 9 dakika değiştiği, sıcaklığın ise iki muson yağmuru döneminde1~1.5°C oynamakla birlikte hep 28°C seviyesinde olduğudur. İklimin en zorlayıcı özelliği ise bağıl nemin sürekli olarak ortalama %75 olması ve hemen hergün yağmur yağmasıdır. Bu iklimin başta orkideler olmak üzere bitkiler için bir cennet olabileceğini sanırım herkes anlamıştır. Singapur’un yerlileri ve göçmenleri bunu çok iyi anlayarak küçük adalarında yıllardır botanik bahçelerde, özenli konutlarda ve parklarda yaşatıp zenginleştiriyorlar:

Orkide
Orkide
Villa
Villa
Park
Park

Bu vesileyle Ayvalık için aynı değerleri paylaşasım geldi;
39.27° kuzey enleminde, ortalama sıcaklık 18°C, yüksek sıcaklık ortalaması 26°C (Ağustos ayı) iken sıcaklık farkı 17°C’ı bulmakta, gece-gündüz süreleri farkı 5.5 saate (333dk.) çıkmaktadır. Serin aylarda bağıl nem %70 seviyelerine çıkarken yaz aylarında %60 seviyelerine inmektedir. Özetle şehrim Ayvalık’ın iklimi, doğası ve denizi ile insanlar ve özellikle zeytinler için tam bir cennettir. Bizler (sanırım genetik olarak) bunları kübik beton konut, büfe, pansiyon, biiçklab vb. tesislere dönüştürmek üzere didişmeyi seviyoruz.

Singapur, günümüzde yükselen binalarıyla birlikte yükselen bir ticaret, finans, teknoloji ve turizm ülkesi durumundadır. Meraklısı için bu ve buna benzer ansiklopedik bilgilerin Vikipedi de pek güzel derlenip sunulduğunu hatırlatarak bu konuları atlayarak stratejik öneme haiz bir konu olan Durian meyvesi ve bizim tadım deneyimimizi paylaşmak isterim. Aslında bu konu bizim aile için önce bir sanal gerçek bir konu şeklinde başlayıp, ardından sürpriz bir artırılmış gerçeklik ve sonra da oldukça zor bir gerçek gerçeklik deneyimi oldu. Singapur’da bu gerçeklik geçişlerinin sürekli yaşandığını şimdiden belirteyim.

Aslında durian Singapur geneli için sanal gerçek bir ulusal meyve sayılabilir çünkü, insanlara bile yeterince araziyi oluşturmak üzere sürekli denizlerini dolduran Singapur’da orkide dışında “ticari” bir tarım ürününün yetiştrilmesi fiziken imkansız. Hemen her türlü gıda (ve birçok diğer şeyler) gibi durian meyvesi de Malezya’dan ithal ediliyor. Buna rağmen bazı internet kaynaklarında Singapur’un ulusal meyvesi olarak ilan edilmiş. Ben de Evliya Çelebi’nin büyük7 torunu olarak bu cılız bilgiyi belgeleyip paylaşmakta beis görmemekteyim.

Çizen mimarı kabül etmese de (biz dahil) yeni ve eski Singapur’luların Durianı temsil ettiğini bildiği bu büyük gösteri binasının (Esplanade) fotosu ulusal benimsemenin kanıtı olarak sunulmaktadır.

Esplanada

Durian ağaçları, anavatanları olduğu düşünülen Borneo ve Sumatra adalarına (Endonezya), ek olarak Hindistan ve Tayland’da da bol bulunuyormuş. Singapur’da göstermelik bir miktar yabani durian ağacı varmış ama biz aramadık ve dolayısıyla göremedik. Kısaca ilk günler varlıkları %100 sanal olarak kalmaya devam etti.

Durianın ilk izleri toplu taşıma araçları ve istasyonlarda neşeyle incelediğimiz bir çok yenilikçi uyarıda yer alan durian bulundurma yasağı sembolleri oldu.

Biraz araştırınca durianı Japonya, Tayland ve Hong Kong’ta otellere sokmanın yasaklandığını öğrendik. Gerekçe olarak hoş olmayan kokusu gösteriliyordu.

Koku konusunda spektrumun ters yönünde bence İstanbul simiti yer alıyor ve kamu yönetimince taksi dahil toplu taşıma araçlarında taşınmaları yasaklanmalı, yiyenlere 1000 simit bedeli para cezası uygulanmalı. Çünkü; yanında simit taşınan veya yenip de ekstrem şekilde aş ermeyen kimseyi henüz tanımadım.

30 metreyi bulduğu belirtilen durian ağacının meyvesi 20-25 cm. çapında. Meyvesinin dış kabuğu zeytin yeşili renginde, derin kesik pütürlü çok karakteristik bir görünümde. Sanırım bu sert kabuğu ve kuvvetli kokusu kadınlara yakışmayacağından Singapur’da meyvelerin kralı olarak anılıyor (sevgilim bu seksist tümevarımımı okuyunca eminim “hıhı hıhı” diye ünleyecektir).

İçindeki meyvenin açık sarı rengi ve görünümü güzel, hatta seksi. Hemen her meyve gibi A, B6 ve C vitamini bol, folik asit, potasyum, demir vs. vs. içermekte ve tabiki biraz da afrodizyak. Okuduklarıma göre; kokusu incelendiğinde içerdiği 44 aktif maddenin kokarca kokusu, karamel, çürümüş yumurta, meyve ve çorba terbiyesi bileşenlerini içerdiği tespit olunmuş. Sonuç olarak bu güzelim meyvenin; kükürt, lağım, meyve, bal, kızartılmış ve çürüyen soğan gibi bir koku yaydığı tespit edilmiş. Yiyenlerin üstünden ve nefesinden bir gün boyunca çıkmıyormuş.

Bu bilgiler başta ben olmak üzere sırasıyla sevgilim, oğlum ve gelinimi bu meyveyi yemeyi denemekten alıkoymadı. Benim kokudan çekinmemek için güçlü dayanaklarım vardı; yedi sene uzun yatılı mekteplerde okudum, yedek subay koğuşlarında uyudum ve Ayvalık’ta Doğuş Pirinanın hekzanlı baca gazının kokusunu her yıl altı ay boyunca keyifle soluyabiliyorum. Sevgilim ise sanırım evlilik yeminimize verdiği önemden, çocuklarımız ise toyluklarından olsa gerek, durian partisi yapmayı kabül ettiler.

Böylece 99oldtrees adlı durian restoranın yolunu tuttuk. Meyvelerin kralı zorlu kokusu kadar ünvanına yakışan fiyatlarıyla, bol çeşitleriyle de bizleri derinden etkiledi.

Durian Fiyatları

Sevgilimle koku ve görsel duyularımızla başlayan durianı arttırılmış gerçeklik olarak deneyimlemeden gerçek gerçekliğe geçişten az  önceki anımızı aşağıda paylaştım:

Durian Yemek Zor İş #1

ve durianın Türkçe kelimelerle anlatılamaz tadını deneyimleyerek gerçek gerçekliğe geçişim ve sevgilimin beni takdir eden bakışlarını biraz da istemeden paylaşıyorum…

Durian Yemek Zor İş #2

Sanırım rakıyı hayatında ilk kez yudumlayan bazı ergenlerde de benimkiyle aynı yüz ifadesi kırışıksız olarak oluşuyordur.  Neyse, hepimiz durianlarımızı bir şekilde yedik. Tadını soğanlı tavuğa, benzetenlerimiz oldu, garip bir çiizkeke de. 

Kıssadan hisse bazı meyvelerin toplu alanlarda tüketiminin sınırlandırılması, hatta senede sadece bir-iki kez tüketilecek şeklinde kısıtlanmasına yönelik bir yasa önerisi olsa destekliyebilirim.

Paylaşımımı geleneksel soru-cevap bölümüyle sonlandırayım bari:
Önceki paylaşımda sorduğum arşipel kelimesi kronolojik olarak Ege denizi, Ege adaları derken takımada veya takımadalar grubu şeklinde kullanılıyor. Ben takımada yerine ukalalık etmek istediğimde arşipeli kullanıyorum. Evet, Singapur 64 adadan oluşan bir takımada iken ülkemizin de bir sürü takımadası var:
İstanbul’da on adadan oluşan Prens (veya Prenses) takımadası (Büyükada, Heybeliada, Kınalıada, Burgazada, Sedef, Yassıada, Sivriada, Kaşık, Tavşan ve Vordonos Adası) yer almakta.

Ayvalık’ta ise Vikipedi’ye göre 22, bazı kaynaklara göre 27 adet adadan oluşan bir ada grubu var. Bunların tamamı yada bir kısmını takımada olarak kabül etmek gerekir.

Bu paylaşımın kışkırtıcı sorusu ise Türkiye toplumunun “Ulusal Meyvesi” nedir ? Anadolu coğrafyasının imzasını dünyaya taşıyan bir meyve olarak aklınıza fındık gelebilir ama gerçekten fındığı toplum olarak yaygın olarak tüketiyor muyuz ? Ulusal meyvemiz olarak ayçekirdeğini aday gösterebilir miyim ?

Bir sonraki paylaşımda biraz Singapur tarihi ve bol bol orkide bulacaksınız.

Ekonomi Mitleri #9

Zeytin ruhmanı totemi yüzü ve sağ elindeki uzun değnekle Raz’a çok benziyordu. Elbise, sol elindeki küçük çanak ve başındaki taç dışındaki bu benzerlik komsunda hemen herkes hemfikirdi. Bu söylentiyi zeytin ruhmanı Zeytinus’a aktaran bir zeytinci derin bir sessizlikle uğurlanmıştı. Ertesi Pazar günü Mucit, yanında karısı Makber, ayrıca Zeytinus’un eşi ve aynı zamanda Makber’in kız kardeşi olan Hera’yla pazara gelir. Mucit heykeldeki kadının Hera olduğunu açıklar. Hera, heykeldeki elbiseyi giymiş, tacı başına takmış, bir elinde asa ve diğer elinde çanak tutarak heykelin yanında durarak pazarcıları selamlamıştı.

Hera
Hera (Raz ?)

Hera nesiller arasında değiştirilerek aktarılan öykülerle bir “femme fatale” a dönüşerek varlığını sürdürürken kocası Zeytinus ismi ise bir zeytin parazitoitinde yaşamakta – https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1257802

Tan o günün özetini; “Hera’nın yüzü heykele pek benzemiyordu ve Mucit’in sol gözünün altında bir morluk vardı” diye yaptıktan sonra en sevdiği ruhmanı ve birayla tanışmasını anlatmaya başladı:

Tan’la birlikte hemen bütün erkeklerin favori ruhmanı Diyonuz ‘du. Üzüm ve artık şarap olarak anılan fermente üzüm suyunun ruhmanı olarak atanması Macit’i öldürmekle korkutmasıyla sonlanan, öfkeli bir ikna seansı sonrasında olmuştu. Aslında hemen her zaman hoş sohbet bir adamdı. Değişik bir lehçeyle hafif peltek konuşur, şarap ve üzüm bilinçleriyle ilgili şarkılarını hikayelerle süsler, şarabını içip, üzümleri yerken bazen insan ve hayvan taklitleri yaparak dans ederdi. Çoğu zaman güldüren ama bazen ağlattığı uzun müzikal öykülerini dinlemek için komşu yerleşimlerden bile gelenler olurdu. Daha önce hiç kimsenin duymadığı bir şekilde çoğu cümlesini “koşuyonuz, geliyonuz, diyonuz” diye bitiriyor “nasılsınız” yerine “napıyonuz” diye sesleniyordu. Zaten ismi Diyonuz da bu konuşma tarzı yüzünden yakıştırılmıştı. Kendisine takılan bu ismi duyunca kahkahalarla gülmüştü. Uzun bir süre onun sunağındaki üzüm salkımı totem yerini korudu. Ta ki güneydoğudan gelen ve kendilerine Sümerli diyen bir göçmen grubu Ayvalık’a arpayı, bira yapım bilgilerini ve tarihi tabletlerini getirene kadar – https://www.worldhistory.org/trans/tr/2-223/antik-cagda-bira/

Sümerliler ve Bira

Tan mayalanmış, sulu arpa lapası çanaklarından uzun kamışlarla emilen bu içeceği şaraptan çok sevmişti. Bira içerken yeni göçen arkadaşlarından bira tanrıçası dedikleri Ninkasi ve bira yapımıyla ilgili olarak kendi dillerinde söyledikleri ilahiyi dinlemeye bayılıyordu – https://arkeofili.com/sumerlerin-3800-yillik-dunyanin-en-eski-bira-tarifi/

Arpa ve biraya olan ilgi artsa da Ayvalık’taki çoğunluk şaraptan vazgeçmez. Birayı deneyip beğenmediği için ilgilenmeyen Diyonuz, Ninkasi ilahisinin anlamını öğrendikten sonra fikir değiştirir. Öfkeli bir şekilde  arpa, bira bilinçleri ve Ninkasi’yle görüşmelere yardımcı olmak üzere de ruhmanlık yapacağını ve artık Diyonisus alarak anılmak istediğini ilan eder. Üzüm salkımı totem yerini Diyonisus’un heykeline bıraktıktan sonra o da tekrar sevilen normal haline döner. Diyonisus’un eski güreşçi arkadaşlarının da kattığı yeni öykü seanslarına katılanlar pazar meydanına sığmaz olurlar. Tan binlerce yıl sonra Kırklareli şehir merkezinde bu kadim ruhmanın anısına yanlış bilgilerle  “Çal bölgesinde yaşamış Bağ Bozumu Tanrısı” olarak sergilense de anıttaki detaylar ve plaketi görünce çok duygulanır.

Kırklareli Diyonisusu
Kırklareli Diyonisus’u

Hera olayından  Mucit’in ölümüne kadar geçen sürede Mucit ve Makber’in birbirleriyle konuştuğunu gören olmaz. Bu zamanın çoğunu Mucit aile tuzlalarının içinde yer alan Aydemya adını verdiği kampta, çıraklarıyla birlikte geçirir. Ağaç, taş kesme ve yontma ile başlayıp, çizim ve onun hesap dediği çalışmalarla süren yoğun toplantılar yapılır. Tan bunlara iki gün için katılmış, özellikle çizim çalışmaları ve geceleri ateş başında süren tartışmalardan çok keyif almış ama Raz’ın yüksek tonlu “evine ve işine geri dönricası daha baskın çıkmıştı !

Tan Mucit’in öteden beri hayran olduğu derin bilgisine ek olarak, Aydemya’daki kadınlı- erkekli genç çırak takımındaki fikir zenginliğine şahit olmaktan çok etkilenir. Omega adındaki, beyaz tenli, ufak tefek genç adam hemen her çalışmada değişik ve yapıcı önerileriyle dikkat çeker. Mucit’te Omega’yı sahip olmadığı oğlu yerine koyup, yakın ilgi göstermektedir. Aydemya’da kaldığı iki gün süresince  ikilinin kulak misafiri olduğu sohbetlerinde sürekli  “zaman” kelimesi geçer.

Bir süre sonra Pazar meydanın ortasına Mucit ve Omega’nın uzun tartışmalarla belirlediği noktalara, bir yaya benzer dizilimde on iki büyük sarımsak taşı yerleştirilir. Merakını yenemeyen Tan Mucit’e ve Omega’ya bunlar ne işe yarayacak diye sorunca “biraz sabret” cevabını alınca, “peki niye on iki taş” diye ısrarla sorar.  Omega her birinde altışar parmak olan iki elini Tan’a uzatarak işte bu yüzden diyerek güler.

Bence çoğunuz bunca ipucundan sonra bu ince hesaplı, süper gizemli inşaatın amacını çoktan anladı. Anlamayanlara ricamız “biraz sabretmeleri”.

Ekonomi Mitleri #8

Tan,  totem evrimindeki ilk tartışmanın seksen santim yüksekliğindeki zeytin totemiyle çıktığını hatırlıyor. Çatalın ucundaki tek bir siyah zeytinini çoğunluk yadırgayıp, dalında bir zeytin daha güzel olur dese de Mucit “bu modern yaşamın içinden gelen bir dışa vurumu” şeklinde anlaşılmaz bir açıklama yapmış, ardından başta Raz bir çok kişi de onu üzmemek adına tartışmaya son vermiş. Tan ise günümüzdeki devasa dışa vurumları görünce bunun insanlığın başına bela açtığı görüşünde ısrar ediyor.

Çatalda Zeytin
Çatalda Zeytin Totemleri

Bu arada Macit ruhmanların görevinin pazarda tezgah açan çiftçiler için olduğu kadar; sadece kendi ailesi için çiftçilik yapanlar, hatta çiftçilik yapmasalar bile bu ürünleri tüketen herkes için hizmet sunmaya başladığını müjdeler. Bu nedenle bütün Ayvalıklıların sunaklara uğramalarının ve adaklarını bırakmalarının bir doğa borcu ve hemşerilik görevi olduğu ilan eder. Bu açıklama sonrasında özellikle hemşerilik konusunda görüşler hemen her evde yoğun şekilde farklılaşarak tartışmalara neden olur. Tan zırva derken, Raz mantıklı bulur.

Totemlerle ilgili asıl büyük tartışma ise horozla ilgili olanıdır. O zamanlar bir çok iş gibi tavuk, horoz, civciv bakımı ve tabiiki yumurta üretiminin denetimi kadınların sorumluluğundaydı. Erkekler ise harem kavgalarıyla öne çıkan horoz kavgalarını folklorik bir etkinlik (=güreş) olarak yarışmaya dönüştürmüşlerdi. Tavuğun etinin daha güzel olduğunu ve daha önemlisi yumurtasının önemini bilen kadınlar, sunakta bir totem olarak horoz görünce öfkelenmişler ve tavuk veya yumurtayla değiştirilmesini istemişlerdi. Bunu üzerine erkekler çok yüksek bir perdeden “horoz olmasa civciv olmaz, dolayısıyla aslolan horozdur” diye ısrar edince, kadınlar hayır “horoz da yumurtadan, dolayısıyla tavuktan çıkıyor” demiş, Mucit ben yumurta totemi yapmam demiş ve sonunda horoz yerini korumuştu. Bu tartışma binlerce yıl içinde biraz bozulsa da günümüzde meşhur yumurta-tavuk ikilemi (dilemma ‘sı) olarak sürmektedir. Her neyse, bilindiği üzere horoza olan bu baskın saygı halen sürmekte olup, Guinness rekorlarına girmiş özgün bir totem örneği olarak günümüzde 27 metre yüksekliği, 26 ton ağırlığıyla Denizli’deki Millet parkının tepesinin üstündeki kulenin tepesinin üstünde tünüyor.

Denizli'nin Dev Horozu
Denizli’nin Dev Horozu

Ayvalık’taki folklorik horoz etkinlikleri günümüzde iyice azalmakla  birlikte yöreye binlerce yıl sonra gelen talihsiz develerin “folklorik etkinlikleri” 2020, 2021, 2022 yılı diyerek her sene kesintisiz olarak çevre ilçelerde sürmekte.

Deve Güreşleri
Deve Güreşleri

Totem evriminde en önemli dönemeç (belki de devrim) domates, biber, soğan, nane gibi sebze ve otların bulunduğu sunakta oluşan yoğunluk ile yaşandı: 

Bu ürünlerin sunağının ruhmanı; Zerzavatus adında, şahiniyle avlanmayı seven ve güreşçiler içinde açık ara en iri olan, saçlı-sakallı, heybetli biriydi. Önce bütün bu sebze ve otlara zerzevat denmesinin onların bilinçleriyle  konuşmalarını ve söyleyeceği şarkıları kolaylaştıracağı ve dolayısıyla bereketi arttıracağını duyurdu. Gerçekten de bir pazarda havuç, sonrakinde pancar, sonrakinde ise ıspanak için hangi sunağa gidileceği soruluyor ve hepsine Zerzavatus – Ayvalık’taki uzun isimleri genelde iki-üç heceye indirme alışkanlığıyla (namıdiğer) Zeus, derin bir sabırla bana geleceksiniz diye cevap vererek adakları kabul ediyordu. Zeus zerzevat bilinçleriyle iletişim konusunda tam uzman bir ruhmandı. En önemli hadisesinde, rüyasında turpları yemeden önce limon sıkmanın onları incittiğini gören bir çiftçiye, gözleri kapalı mırıldandığı bir şarkıdan sonra son derece haklı olduğunu söylemiş ve turpların yenilmelerinden önce üstlerine sirke sıkılmasını beklediklerini duyurmuştu. Yıllar sonra Zeus müritlerine bu duyurunun verdiği ilk fetva olarak kayda geçilmesini istemişti.

Zeus, artan farklı sebze totemlerinden sunakta adak bırakacak yer kalmadığını söyleyerek, hepsinin yerine geçecek tek bir totem yapılmasının ve çiftçiler arasında kargaşa çıkartmamak adına da bir sebze yerine kendisine benzeyen bir heykelin yapılmasının daha doğru olacağı konusunda Macit’i ikna eder. Macit bu isteği Mucit’e aktarınca Mucit’in yorgun gözleri ışıldar. Çünkü kendisi (ve Aydemya’daki öğrencileri) sürekli olarak sebze, meyve ve hayvan üzerine çalışma yapmaktan bıkmışlar, birbirlerinin çizimleri ve yontularını yapmaya başlamışlardı. Tan ve Raz bu çalışmalardan belki de ilk haberdar olanlardı çünkü Mucit böyle bir çizim çalışması için Raz’ı nerdeyse iki gün boyunca, bir elinde zeytin silkme sopasıyla ayakta tutmuş ama ne kadar ısrar etseler de yaptığı çizimi göstermemişti.

Böylece Mucit ve öğrencileri Zeus’u Aydemya’da üç gün boyunca, hem de bir kartalla birlikte ayakta tutarak bir ağaç yontusunu yapmaya başlarlar.  Kısa bir sürede tamamlayarak pazardaki yerine yerleştirir. Zaten heybetli olan Zeus’un boyunun iki misli olduğu, ona çok benzeyen, dev boyutlu totemi gören çiftçilerin çoğu Zeus’a dertlerini söylemeyi unutarak getirdikleri zerzevatı sunaklara bırakıp sessizce ve hızlıca ayrılıyordu. Zeus’un sunağı bırakılan zerzevatla çok kısa sürede dolup taşıyordu.

Zeus’unkine komşu sunakta ise balıkçılara ruhmanlık etmek üzere Postdon görev yapmaktadır. Postdon ismi, uzun bir ismin kısaltması değil tam anlamıyla hakkedilmiş bir isimdi: Zeus kadar olmasa da heybetli olan bu ruhman;  balıkçılıktan sıkılıp güreşçiliğe, biraz yaşlanınca da Macit’le olan yakın arkadaşlığını kullanarak ruhmanlığa geçmişti. Yaz-kış üstü çıplak, altında ise posttan yapılmış bir şort (don) la dolaştığı için adı Postdon kalmıştı. İki hecelik bu güzelim isim sonra dejenere  ola ola Poseydon‘a dönüşür.  Denizi, canlılarını, dalgaları, rüzgarı okumayı onlarla konuşmayı iyi bilir, pazardaki sunağında asık bir suratla,  elinde aile geleneği üç uçlu balık mızrağıyla adakları kabul eder. Zeus’un sunağındaki değişimi fark edince o da Macit’e giderek balık yerine kendisine benzeyen bir totem ister. Macit başına dert açabilecek bir sürü nahoş macerasını bilen bu arkadaşını kıramayınca Mucit’e başvurunca o da bir şart öne sürer – zeytin ruhmanı totemini kendi istediği gibi yenileyecektir. Macit kabul eder. Mucit ve öğrencileri ilk önce kumaş bir giysi giymeyi kabul eden Postdon ‘un oturan totemini, ardından da Tan’ı şoke eden zeytin ruhmanı totemini yontup yerlerine koyarlar. Tan o zaman için olağanüstü gözüken, ama geçen sürede yok olan bu tahta yontuları geçen binlerce yıldan sonra en çok benzettiği mermer heykelleri paylaştı:

Zeus - Postdon ve Zeytin Ruhmanı
Zeus (Zerzavatus) – Postdon ve Zeytin Ruhmanı

Zeytin ruhmanı totemiyle ilgili çok özel açıklamalar ve fazlası gelecek paylaşımda…

Ekonomi Mitleri #7

Tan bu önemli paylaşımın başında; Raz’la Ayvalık’a geldiklerinden itibaren hayatlarında olan bazı değişiklikleri anlatmak istedi:

Mucit sebze, meyve yetiştirme konusundaki bazı gizli deneyimlerini zaman zaman Raz’la paylaşıyordu: tavuk, güvercin, koyun dışkısını toplayıp, fermente etmeyi becerebilirse ve uzunca bir süre bekletirlerse sihirli bir toprak elde edebilirlerdi. Bunu da sebzelerin, zeytin ve meyve ağaçların altına dökerlerse bostanlarında mucizeler göreceklerdi. İlk aşamadaki pis kokulu fermantasyon işi Raz’la yaşanan kısa bir tartışma sonrasında Tan’ın üstüne kalmıştı. Yaklaşık bir sene sonra domates ve biberlerdeki olağanüstü bereketi gören Tan bu kokulu işe biraz daha az homurdanarak devam etmişti. Mucit, Raz’a toprağı havalandırmak, sebze tarhlarının yerini dönüşümlü olarak değiştirmek, mevsiminde ağaç dalları seyreltmek gibi bir çok farklı bilgiler de veriyordu.

Bu arada Ayvalık’a göçen bir sürü yeni aile olmaktaydı. Tan ve Raz bu ailelerden üç dört tanesiyle birlikte ortaklaşa, geniş alanlarda bostan ve zeytinlikleri işletmek gibi bir yol bulurlar. Bunun sonunda da Raz zamanının çoğunu domates karıklarında değil, ortakçı kadın arkadaşlarıyla zeytinliklerin iyileştirmesi için harcamaya başlar. Zeytin silkmede kullanmak için kullandığı uzun sopasını sürekli olarak yanında taşımaya da bu dönemlerde başlar.

Ortakçılar bütün bostan ve zeytinlikleri birlikte işler. Paylaşım mahsulün toplandığı günlerin akşamında erkekler arasında yapılırken kadınlar izler. Paylaşımda erkekler arası tartışmalarda Tan, izleyen kadınlardan gelen itirazlarda ise Raz arabuluculuk yapar. Her aile kendi mahsulünü depolar, işler ve pazarlarda takasa götürür.

Tan bu noktada Ayvalık’ta hemen herkesin paylaştığı inanç düzeninden bahsetmek istedi:

Eski kıtada olduğu gibi Ayvalık’ta yaşayan insanlar da; canlı cansız hemen her varlığın erişilebilir bir bilinçleri, bazen yapıcı, bazen de yıkıcı güçleri olduğuna inanıyorlardı. Bunların hepsi de üstünde yaşadıkları toprak, gökyüzündeki ay, güneş ve yıldızlarla birlikte tek bir vücudun parçalarıydı. Bu parçalarla her türlü alışverişte onlarla konuşmak son derece doğal, hatta zorunluydu.

Avcıların avlarına yaklaşırken usulca onları sakinleştiren, af dileyen sessiz konuşmalar yapması, balıkçıların denize açılırken denize, rüzgara sakin olmaya davet eden şarkılar söylemesi, ağ atıp, toplarken balıklardan özür dilemeleri günlük hayatlarının bir parçasıydı.

Raz da sebzelerle uzun uzun konuşması, zeytin ağaçlarına yüksek sesle ninni okumasıyla dikkat çekiyordu. Hasat zamanlarında bol sebze ve zeytin  almasıyla tanınmaya başlayınca doğal olarak onlarla iletişiminin iyi olduğu da söylenmeye başladı.

Bu uzun girişten sonra pazara dönersek; Macit, pazarın bakım ve güvenliği için çalışan güreşçilerin görev yapabilmesi için tezgah sahiplerinden alınan iki kaşık tuzun yetmediğini bunun üçe çıkartıldığını duyurdu. Evlere yapılan önceki ikna ziyaretlerini herkes bildiği için bu uygulama sessizce kabul gördü.

Ancak birkaç ay sonra aynı gerekçeyle artık beş kaşık tuz alınacağı duyurusu yapılınca o hafta pazarda kimse tezgah açmadı. Gariptir ki hiçbir tezgah sahibini ikna etmeye çalışan da olmadı. Macit uygulamanın üç kaşık olarak süreceğini duyurmakla yetindi.

Sonraki Perşembe pazarında hoş bir sürpriz vardı. Sarmısak taşlarından yapılan boş platformların ön cephelerine bazı şekiller işlenmişti. Ayrıca, her birinin üst basamağında ise başları dahil bütün vücutları koyu renkli kumaşlarla örtünmüş, yaşları ileri güreşçiler yer almaktaydı. Çoğu sakallı, hemen hepsi sevilen bu güreşçilerin her birinin göğsünde Macit’inki gibi M şekilli bir takı vardı.

Doğal olarak herkes tezgahları yerine bu garip giysili, güreşçilerle sohbete gitti ve şaşkınlıkları bir kat daha arttı: Bu güreşçiler onlara “yardımcı” olmak üzere, onlar yerine balıklar, horozlar, domates-biber-patlıcan fideleri, zeytin ağaçları, koyunlar, üzüm asmaları ve diğer bilinçlerle konuşacak, onlara şarkılar söyleyeceklerdi. Tezgah açan, açmayan herkes ilgili platforma balık, domates, peynir, yumurta, zeytin şeklinde adağını bırakıp, adını söylerse “yardımcı” o bilince iyi niyetleri, dilekleri iletecek ve gerekenler için af dileyecekti. Onlar bu bilince “ruh” demeyi yeğliyor, kendilerine de onlarla ilgilenen kişi olarak “ruhman” denebileceğini söylüyorlardı. ruhman-ruhban sözcük ikilisi, farket – market dönüşümü gibi özel bir etimoloji sorunsalı durumunda :   https://tr.wikipedia.org/wiki/Ruhban_s%C4%B1n%C4%B1f%C4%B1

Bu ruhman hizmetinin yarattığı şaşkınlık geçince aynı gün adaklar sunulmaya ve o platformlara “sunak” denmeye başlandı. Teknik ilk sorun da o gün ortaya çıktı; sunakların önünde “zeytin”, “balık, “üzüm”, “horoz”, “koyun” u çağrıştıracak şekilde kazınmış bazı şekiller olsa da bu sembolik şekiller çoğu yeni göçmen olan pazarcılar tarafından karıştırılıyor sunaklara farklı adaklar bırakılıyordu.

Çözüm yine Mucit’ten geldi: Dört hafta sonraki pazarda sunaklara kimi ahşaptan, kimi yumuşak sarmısak taşından oyulmuş olan, şimdilerde “heykel”, o zamanlar ise (bazen şimdi de) “totem” dediğimiz yaklaşık kırk santim boyutunda nesneler konuldu.

O döneme ait çizimlerden bugüne ulaşan olmamakla birlikte Tan, Mısır’da ortaya çıkan bir balık toteminin Ayvalık’ta o  gün kullanılana çok benzediğini belirtti:

Balık Totemi
Balık Totemi (Mısır)

Tan’ın beş yıl önce İvrindi’de gördüğü, ardından geçtiğimiz yıllarda yenilenen “belde tanıtım anıtı” da o zamanki koyun heykelinin büyüğü olmakla birlikte benzeriymiş…

Ivrindi'nin Eski Koyunu
Ivrindi’nin Eski Koyunu

Bu “renkli” foto paylaşımından sonra Tan totem evriminin eğlenceli örnekleriyle başlayıp mitolojinin bilinmeyen magazin detaylarıyla sürecek bir sonraki paylaşımına kadar kısa bir mola istedi.

Ekonomi Mitleri #6

Tan’ı ekonomik mitlerde bile fazla ekonomi konuşmak insanı sıkabilir diye uyarınca o da biraz mimari ve azıcık da magazin anlatabilirim dedi:

Pazardaki değişiklikler kolay  takip edilemeyecek bir hızda gelişiyordu. Macit deposuna her gün takas için gelinebileceğini duyurmasına rağmen, çoğunluk sadece Perşembeleri gelince gür sesli bir güreşçi hemen her pazar süresince “Ey hemşerim fark et, burası her gün açık, fark et!” diye bağırınca Macit’in deposu Farket diye anılmaya ve insanlar da her gün farkete gitmeye başladı (Etimoloji). Üstüne üstlük pazarda ürün tanıtımı yapmak için bağırmak bir gelenek oldu.

Kısa süre sonra, her gün takas yapmanın faydalarını bazı balıkçılar da fark edince onlar da her gün pazara gelip balıklarını takasa sunmaya başladı. Tan gibi çoğu insan balıkları hafta bir almak yerine günlük, taze yemeyi sevdikleri için bu durumdan hoşnut oldu.

Aynı dönemde Macit pazar meydanını çevreleyen taş bir duvar ördürtmeye başladı. Bu arada kendi deposu ve sergi alanlarının çevreleyen on iki taş sütunun üzerindeki çatıyı kalaslarla sağlamlaştırıp düz bir zemin şeklinde yeniden örttü. Ardından da bu çatının üstüne on sekiz kalın kalasla çerçevelenen bir kat daha çıkıp üstünü de örtünce  Ayvalık’ta ilk iki katlı, dev yapı ortaya çıktı.

Duvar işi tamamlanınca güreşçiler pazarı çevreleyen duvarlardan sekiz adım kadar mesafede, aralarında yine sekiz adım aralıklar olan derin çukurlar kazarak, içerlerine üç adam boyunda  büyük kazıklar diktiler. Kazıkların üstlerine de kalın, geniş tahtalar sabitlediler. Daha sonra da Macit pazarda mal satmaya her gelen üreticinin iki kazık arasındaki, sabit bir alanda mallarını sergileyerek tuz aracılığıyla takaslarını yapmaları gereğini duyurdu.

Tan hemen her gün  çalışmaları seyre gelip arada sırada ustaları yönlendirmeye gelen Mucit’le sohbet ediyordu. Sonradan hatırladığı zaman garipsediği anısı ise Mucit haftada bir gelirken, Mucit’in eşi Makber ’in Macit’le birlikte her gün bir tuz kayığıyla gelerek çalışmaları kontrol ettiği, ustalara talimatlar verdiği, Macit’le birlikteyken sanki çok fazla güldüğü olmuş (Magazin).

Mucit Tan’la yaptığı Perşembe görüşmelerinde daha açık konuşur olmuş. Tan’ın çizimlerine olan ilgisini bildiği için uygulanmayan, yarım kalmış bazı çizimlerini ona vermeye başlamıştı. Tan pazarın son aldığı şekle tam benzemese de Mucit’in verdiği resmi binlerce yıldır saklamış.

Ayvalık Pazar Yeri

Tan, resimde de gözüken pazarın küçük kapısının üstündeki üçgen alınlığın ne işe yaradığını sormadan edememiş. O da bir başka taslağı ve Macit’le olan tartışmasını paylaşmış:

Macit pazardaki düzenlemelere başladığı dönemde kıyafetlerine de bir ek yapıp boynuna bağlanıp, dizlerine kadar uzanan  bir kumaşla dolaşmaya başlar. Tan, sonradan bu kumaşa pelerin dendiğini, kumaşın garip renginin ilk zamanlar “sur moru” sonradan “erguvan” diye anıldığını hatırlattı.

Macit, önceleri pelerinine, sonra bilekliklerine M şeklinde takılar takmaya, hatta kilden yapılan ev eşyalarına bile bu şekli işletmeye başlar. Mucit’e bu sembolü pazarın kapılarının şeklinde de görmek istediğini söyler. Macit ise Tan’a verdiği çizimle bu şekilde yapılacak bir kapının çökeceğini ama A şeklinde yapılacak bir kapının yine onun sembolünü çağrıştıracağını söyler. Ayrıca kapının üstündeki üçgen içinde onun başarılarını anlatan oymalar yapılabileceğini anlatınca Macit ikna olur.

Alınlık Üçgen Pediment
Alınlık – Üçgen Pediment

Bazen yay şekline dönüşse bile genelde üçgen kalan bu alınlık (pediment) ve bu alanda hikaye anlatma tekniğinin çok tuttuğu ve ilerleyen bin yıllarda birçok Macit varisi tarafından kullandığını, halen kullanılmaya devam ettiğini, hatta hatta Tan’ın ana vatanı eski kıtaya bile ulaştığını sanırım herkes biliyordur –  https://en.wikipedia.org/wiki/Pedimental_sculptures_in_the_United_States

Yapı ve duvarların tamamlanmasından birkaç hafta sonra, Tan’ın hatırladığı kadarıyla bir kış ayının 13. gününe denk gelen Perşembe gününün ilk saatlerinde,  pazara mallarını sergilemeye gelenler kapılarda Macit’in güreşçilerinin en irileri tarafından karşılanır. Pazar yerinin bakımı ve güvenlik sağlamanın bedeli olarak, sergi açacak her pazarcının ikişer kaşık tuz vermesi gerektiğini söylerler. Bunu kimi pazarcılar istemeyerek kabul etseler de, Tan gibi birkaçı ise kabul etmeyerek evlerine geri dönerler.

Tan, kendisi gibi düşünen pazarcılarla başka bir alanda, başka bir pazar kurmayı görüştüğü günlerde güreşçilerin evlerine yaptıkları tatsız ziyaretleri pek anlatmak istemedi ama kendisi dahil herkesin üç hafta sonraki pazarda ikişer kaşık tuz vermeye başladığını söylemekle yetindi. Morali biraz düşünce de; pazarın küçük kapısından girildiğinde sağda kalan “sarmısak taşı” kaidelerin nasıl modern mitolojinin temelini oluşturduklarını artık bir sonraki seansta anlatayım dedi..

Ekonomi Mitleri #5

Tan ‘ın anlatımlarına ancak bugün dönebildik. Çünkü geçen ay (sanırım memleketteki takas kurallarında çıkan kargaşadan) muhabbeti çekilmez haldeydi. Sonraysa en yeni kıtadan gelen çocuklarına kavuştuğu için geçmişin muhabbetini yapamayacak kadar mutlu ve meşguldü.  Çocukları kıtalarına dönünce o da anlatılarına geri döndü.

İlk anekdotu, anlatılarının geçtiği dönemde Macit’in domates, biber ve yumurtaların tuzla takas ederi için yıllarca kullanılan kuralları (hatta kaşıkları) bir gün bizim artık Ayvalık’a özel bir “naz”ımız var diyerek değiştirmesiydi. Pazarda çıkan karışıklıktan kısa bir süre sonra bu naz yüzünden tacirlerin çevredeki pazarlara göre uğradığı zararın bütün hemşerilerden eşit miktarda toplanacak tuzla ödeneceği fermanı yayınlanmış. Böylece o zamanlar kimse bir şey anlamasa da büyük tacirlerin homurtuları kesilmiş.

Zamanda hoplamayı bırakıp üçüncü bölümün son anına dönersek:

Macit; Mucit ve onun (hain) eşi Makber’le birlikte pazara gitmesinin hemen ardından pazar alanın kapısının hemen kenarında devasa bir tezgah,  büyükçe bir depo ve etraflarını genişçe çerçeveleyen yüksek, taş bir duvar inşa eder. Mucit’e payını vereceğini söyleyerek pazara gelmesine gerek kalmadığını söyler. Verdiği tuz karşılığında (Mucit’in balıkları tuzlamasını öğrettiği) balıkçılarla yelkenli teknelerle tuzladan Ayvalık’a taşıma işi için anlaşır.  Takır’la yapılan tuz taşımasının yerini artık tekneler almıştır. Nerdeyse her gün sahile yanaşan teknelerle gelen tuzu Macit, güreşçi arkadaşlarına uzunca sayılacak bir yoldan pazardaki deposuna taşıtır. Bu vesileyle Tan; hem teknelerdeki hem de yel değirmelerindeki yelkenleri ilk bulanların Mucit’in büyük, büyük babası olduğunun söylendiğini hatırlıyor. Tan martılar kadar bu yelkenli gemileri de izleyip resimlerini çizermiş.

Tuz Taşıyan Yelkenli
Tuz Taşıyan Yelkenli

Bu arada Ayvalık’ta hem tuz kullananlar hem de kullanım alanları artmaktadır. İnsanlar yanlışlıkla tuz dökülen tahta eşyalarının, elbiselerinin kolayca temizlendiğini, böcek ısırıklarına iyi geldiğini birbirine anlatıp durmaktadır. Ne var ki bütün tuz ticareti tek bir ailenin elinde olduğu için ancak çok miktarda ürün karşılığında takas edilmekte, bu duruma Ayvalıklılar Tekel demektedir.

Gariptir ki Mucit artık tuzla ilgilenmemekte, garip buluşlar üzerinde çalışmaktadır. Bir tanesini Tan pek beğenmese de çok işe yaradığını kabul etmek zorunda kalmış. Mucit koyun derilerini kuruturken tuz kadar taze köpek dışkısı kullanılması gerektiğini buldu. Bu sayede deriler çok daha yumuşak ve uzun ömürlü oluyormuş. Böylece pazar yerinin yakınında yer alan dericiler onlarca köpek bakmaya ve bu nedenle de pazar pek bir kötü kokmaya başlar. O gün bugündür Ayvalık’ta köpeklerin özel bir yeri var. Kedilerin önemi ise daha sonra keşfedilmiş.

Macit tuz işine odaklanmaktadır. Önce pazarda takas edilen hemen her ürün için kaç kaşık tuz ödeyeceğini bir taş levhaya kazıtıp deposunun kapısının önüne diker ve levhanın bir stel olduğunu söyler. Tan bu stelden çok etkilendiğini, üzerinde on adet domatesin karşısında bir kaşık tuz resmi olduğunu daha dün gibi hatırlıyor. Bu stelden sonra gördüğü onlarcası içinde onun kadar etkileyen bir tek “2001 – Bir Uzay Yolu Destanı” adlı filmdeki monolit olmuş.

2001 - Bir Uzay Yolu Destanı
2001 – Monolit

Macit bir kaç hafta sonraki pazarda, deposundaki fazla tuzla ailesinin tüketebileceğinden fazla ürün almaya başlar ve aynı gün isteyene aldığı bu ürünleri yine tuz karşılığı takas edebileceğini duyurdu. Bu takas pazarın kurulduğu Perşembe günü dışında da yapılabilecektir. Ancak elindeki ürünleri verirken alıcılardan tuzu alırken tuz alım kaşığı kullanacağını duyurdu. Bu kaşık mal alım kaşığından oldukça büyüktü.

Birkaç hafta sonraki pazarda herkesin takasa gelirken belinde takas tuzu çantasıyla gelmesinin kolaylık olacağını duyurdu. Kaşıklar ve çantalar  kendisinden (tabiiki ürün takası karşılığında) temin edilebilecekti.

Macit'in Çanta ve Kaşıkları
Macit’in Çanta ve Kaşıkları

Bütün bu değişikler pazarı tam olarak karıştırdı. Sık sık hangi kaşık, ıslak tuz, kuru tuz tartışmaları çıkıyor ve çoğu da kavgayla bitiyordu. Bu durumlarda Macit’in güreşçi arkadaşları devreye girerek her iki tarafı bir şekilde ikna ediyordu.

Tan ve bazı hemşerilerinin tuzu boş verin birbirimizle direkt takasımıza devam edelim önerisi genel kabul görmez. Pazarda karışıklıklar yıllarca sürüp durur, ta ki Macit bir gün pazara takasta tuz kullanmanın yerini alacak yeni bir buluşla gelinceye kadar…

Ekonomi Mitleri #4

Tan anlatımlarına Mucit, kardeşi Macit ve Mucit’in hain eşi Makber ile ilgi tarihi olayları anlatarak devam etmeyi düşünürken bu günün tam da mühendislerin karşılıklı eşek şakaları yapma günü 5 Aralık olduğunu öğrendi.  Bir de masallarıyla uyumayı seven en yakınları, okuyucuların onun ve Raz’ın geçmişleriyle ilgili merakları gidermesini beklediğini hatırlatınca anlatı sırasını değiştirerek kendilerinden bahsetti:

Tan ve Raz eski dünyada (önce çekik gözlü, yeni dünyalı bir Türk kavmi, sonra uzun gemili, uzun sarı saçlı Vikingler tarafından keşfedilen ve her seferinde unutulan, yakın zamanda ise yeni dünyanın toy gençleri, tombul gemili, parlak metal giysili Latin’ler tarafından keşfedilip yeni dünya sıfatı ve Amerika adını alan kıtada) dünyaya gelmişler.

Eski Dünya (Türkler, Vikingler ve İspanyollar)
Eski Dünya (Türkler, Vikingler ve İspanyollar)

Bu kıtanın yaklaşık kuzey 39 derece paralelinde yer alan ve o zamanlar çok soğuk olan bir yöresinde, büyük ve derin bir mağarada yaşadıklarını, çok kalabalık bir kabilede, birbirlerine uzaktan anlamlı bakış ve kirpik kırpışlarıyla bakıştıkları dönemlere kadar hatırlıyorlar. Raz, bu dönemlerini hatırlatması için yaptığı çizimleri olur olmaz ortamlarda gösterip Tan ‘ı utandırmayı çok sever. Bu çizimlerin sonraları Mısır’da değişik şekillerde hayat bulmuş olabileceğini düşünüyor.

Raz ‘ın (Horus) Gözü
Raz ‘ın (Horus) Gözü

Özel hayatların paylaşımı günümüzde sakınca oluşturduğu için es geçiliyor. Onlar (ve bizim için) en önemli olay ise 19. yaşımız diyerek andıkları bir zaman diliminde, uğursuz bir gecede, o zamanlar mağaralarını paylaştıkları ve Cavit diye adlandırdıkları bir yarasa türü tarafından ısırıldıkları. Yaşadıkları on binlerce yıl içinde insanların  yaşam beklentisinin 30~35 yıl olduğu hatırlanınca Tan ve Raz aslında en olgun yaşlarındadır. Isırılmalarıyla birlikte bir mucize (Tan’a göre bazen bir felaket) gerçekleşir. Önce Tan’ın zaten seyrek olan sakalları uzamayı bırakır ve benzeri garip biyolojik olayları yaşamaya başlarlar.

Uzun lafın kısası her ikisinin de biyolojik takvimleri (Raz’a göre Tan’ın duygusal ve bilişsel takvimi de) bin yılda bir yıl yaşlanacak şekilde yavaşlamıştır. Önce aileleri, ardından tüm kabile ikisini lanetleyerek boyunlarına bu sonsuz yaşam lanetini hatırlatacak bir takı bağlamalarını zorunlu kılarlar.

Sonsuz Ömür (Ankh)
Sonsuz Ömür (Ankh)

Çekilmez hale gelen baskılar sonrasında Tan dostluğunu sürdüren tek arkadaşı olan, Türk asıllı Orhun’dan eskiden yaşadığı ve özlemle Manyolistan diye andığı uzak diyarların yolunu gösteren bir haritayı almayı başarır. Bu arada Raz’la birlikte Cavit sürüsüne kendilerine yaşattıkları bu kabus için yedi cetlerine lanetler okurken sanki onlar da covid, covid diye tıslayıp, tehditkar uçuşlarla  lanetleri iade ederler.

Yanına anasının özenle sakladığı tohumlardan bir tutamı, okunu, mızrağı ve (en sevdiği gözdesi demeyi sevdiği) Raz’ı alarak Manyolistan’a doğru yıla çıkar. İkilimizin on binlerce yıl süren göçünün Ayvalık’ta noktalanan aşamasının bazı kesitleri zaten paylaşılmış durumda.

Bu güne özel paylaşılacak detay ise Tan’ın adını aldığı tan vaktine ve genelde gökyüzünü izlemeye  olan merakının başına açtıklarıdır. Tan Ayvalık göklerinde tan ve gün batımında sadece güneşi değil martıları da sürekli olarak izlemektedir.

Ayvalık’ta Martı
Ayvalık’ta Martı

Mucit’le yaptığı uzun sohbetler sonrasında, rüyalarında takıra benzer şekilde dallar ve sepet kullanarak yapılmış, ama martı gibi uçan bir oturağı görmektedir. Cavit’lere bağlı oturakları gördüğü rüyalar da olmakla birlikte onlar çoğu zaman düşüp öldüğü kabuslara dönüşüyordu.

Cavit ve Leonardo da Vinci
Cavit ve Leonardo da Vinci

Tan geçen binlerce yıl içinde Raz’ın söylediği gibi bilişsel becerilerinin binde bire düşmesi gibi bir yavaşlama olduğunu kabul etmek zorunda kalır. Leonardo da Vinci, Alphonse Pénaud, Orville Wright  gibi yeni nesil mucitler (sonradan öğrendiğine göre kendisiyle aynı tebaadan Hezarfen Çelebi ve Lagari Hasan Çelebi de) yaptıkları iddialı tasarımla ve bazen başarılı, bazen ölümcül ama her aman heyecanlı olan denemelerinden sonra uçan oturağı (ilki hafiften yatarak da olsa) yapmayı başarırlar.

Wright Biraderler
Wright Biraderler

Bu arada Tan ve Raz’ın o dönem yaşadığı Sitanbul’da III. Mustafa isimli macit, mucitlerin önemini fark etmiş ve 1773 yılında Mühendishane-i Bahrî-i Hümâyûn adında bir eğitim kurumu oluşturmuştur. Cavit ısırığıyla kazandığı radar becerisiyle Tan bu kurumun önemi anlamış, yakın izlemeye alarak ve 1977 yılında o zamanlar İTÜ kısaltmasıyla anılan bu kurumun “Tayyare Mühendisliği” bölümüne kaydını yaptırmış. 1982 yılında mühendislerin hala mucit olduğuna, bu kelimelerdeki değişimin sadece zamanın gerekleri dolayısıyla olduğuna inanarak, arılı rozetini takarak mutlu mesut mezun olmuş.

İTÜ (Mühendishane-i Bahrî-i Hümâyûn)
İTÜ (Mühendishane-i Bahrî-i Hümâyûn)

Bu 5 Aralık gününde, mucit olduğuna inanan bütün mühendislerin mühendis günü kutlu olsun.

Ekonomi Mitleri #3

Pembe renkli tuz kumunu Ayvalık pazarına Mucit adında iri kıyım bir adam ve karısı getirmekteydi. Evleri öğle vakti (gün ağarmasından güneşin tepeye varasına kadar sürede bir adamın yürüyebildiği) mesafede olmasına rağmen pazara “takır”ı sırayla iterek ancak ikindi vakti varabiliyorlardı. Takır o kadar mucizevi bir şeydi ki pazara girişlerinde herkes huşu içinde çıkardığı takır tukur sesini dinlerdi. Takır kelimesi asırlar içinde dejenere olarak teker olarak kullanılmaya başlamış. Tan Mucit’ten öğrendiği resim çizme sanatıyla bu ilk takırı gizlice resmederek saklamış:

Takır
Takır

Mucit ve (tuza duyulan ihtiyaçtan dolayı pazara girmesi kabul edilen) eşi gelir gelmez, sepetteki tuzla takaslarını yapıyorlar  geceyi aldıkları ürünlerle dolu takırlarının yanı başında pazar yerinde geçiriyorlardı. Her ikisi de dost canlısı, hoş sohbet insanlardı. Tan bostanda çalışmayı sevmese de taş ve ağaçlara şekil vermekten hoşlanıyordu. Mucit’in kullandığı sepet, düz dalları ve halatı yapmayı gözü kesiyordu ama öyle dönerek taşımayı kolaylaştıran takırı yapmak için kocaman bir ağacı nasıl kesip nasıl öyle bir şekil verebileceğini bir türlü çözemiyordu. Mucit’in akşam konaklamalarında fermente üzüm suyu içtiği zamanlardaki sohbetleri sırasında ne kadar sorarsa sorsun aldığı cevap muzip bir gülümsemeden ibaret oluyordu. Bu konu dışında Mucit sadece Tan’a değil bütün herkese tuzun kullanım şekillerini anlatıyordu: balıkları uzun süre saklamak, domates, hıyar, biber turşusu yapmak, ekmek hamuruna biraz katkılamak, hayvan derilerini kuruturken kullanmak ve daha niceleri.

Mucit’in kardeşi Macit’in ailesiyle birlikte yaşadığı beldede denize yakın bir göl vardır. Zaten tuz kumu da bu gölden elde edilmektedir. Macit kardeşi Mucit’e sadece iri cüssesi ve uzun boyuyla benzemektedir. Avlanmayı, ok, cirit atmayı sevmekte, güreş etmeye bayılmaktadır. Ağabeyi Mucit’le arasının bir avlanma yüzünden bozulduğu söylenir. Gölde yaşayan, al renkli, uzun bacaklı ve uzun boyunlu, leyleğe benzer bir kuş vardır. Mucit o zaman adı olmayan bu kuşlara ok atan kardeşini görünce “vurma, vurma” diye uzun uzun ve defalarca höykürür. Macit bu olaydan sonra ağabeyine çok kırılır ama yine de dinler.

Allı Turna
Allı Turna

Olaya uzaktan şahit olanlar ise Mucit’in kuşa “turna, turna” diye seslendiğini sanınca bu kuşlar da bir ada kavuşmuş olur. Sonraları benzer kuşlara de turna denmeye başlayınca adet üzerine adına bir sıfat eklenerek allı turna olarak son şeklini aldı sanıldı. Binlerce yıl sonra Ayvalık’a yeni göçenlerse biz TV’de Flamingo Yolu ‘nda gördük. Bu kuşun gerçek adı flamingo ana vatanı da Florida dediler. İnanan inandı ama Tan hala allı turna demeyi yeğliyor ve Ayvalık’ın onların ana vatanı olduğuna inanıyor.

Flamingo Yolu
Flamingo Yolu

Macit, ağabeyi ve eşi gibi çalışmayı sevmese de zeki, hırslı ve iyi bir gözlemcidir. Çalışmasa da “ailemle birlikte gölün ve bahçelerinin güvenliğini sağlıyorum” diyerek takasla gelen her malın yarısını almaktadır. Mucit ve yengesinin her Pazartesi günü artan miktarlarda mal getirdiğini doğal olarak hemen fark eder. Mucit’e gelecek pazara kendisinin de gelmek istediğini söyler. Biraz şaşırsa da Mucit bu ilgiye çok sevinir çünkü Pazar gününün artan yükünün altından iki kişi olarak kalkamayacaklarını anlamıştır. Ama bir sonraki pazarda beklediği olmaz çünkü Macit ne yük taşımaya, ne de takas işlerinde yardımcı olmayı kabul etmez. Sadece etrafı gözlemlemekle yetinir.

Bu pazarda Tan merakına yenilir ve sonradan çok pişman olacağı bir iş yapar. Mucit tuz takasını sürdürürken ortada bıraktığı defterine gizlice göz atar. Anında durumu fark eden Mucit defterini alarak heybesine koyar. Bu durum dostluklarında uzunca süren bir kırıklık yaratır. Aylar sonra bir gün Mucit pazarda ona kendi yetiştirdiği domates ve biberden birer adet verir ve şimdi ödeştik der. Artık Ayvalık’ın tek domates ve biber üreticisi olmadıklarını fark eden Tan, Mucit’in ne hissettiğini tam olarak anlar.  Bu nedenle gördüğü “takır takır” resmini ancak binlerce yıl sonra, o da Mucit’i onurlandırmak için paylaşır.

Takır Takır
Takır Takır

Asıl sürpriz ise bu talihsiz olaydan bir sonraki pazarda ortaya çıkar ve Macit pazar alanın kapısının hemen kenarında sürekli bir tezgah ve depo inşa edeceğini ilan eder. Yanında getirdiği kendisi gibi iri cüsseli, güreşçi dostlarıyla yerini belirleyerek duvarların inşasına girişirler.

Ekonomi Mitleri #2

Tan ve Raz ‘ın yaşatmaya çalıştıkları ekonomik düzenleri iki adet basit takas ilişkisinden ibarettir:

Yedi günde bir ihtiyaç fazlası olarak yirmi adet domates ayırabilmektedirler. On dört adediyle yan komşudan on dört yumurta, altı adediyle de değirmenciden altı kepçe un takası yapmaktadırlar. Bu işlemi niye yedi günde bir yaptıkları ve yedi günün daha sonra niye “hafta” diye adlandırıldığını kendileri de hatırlamamaktalar. Hatırladıkları bu takas sayesinde her gün melemen ve az ekşi ekmeklerini keyifle yedikleri.

Melemen
Melemen

Önce yumurta veren komşu cıvıtarak ben on dört domatese ancak on iki yumurta verebilirim diye tuttur. Tan on dört yumurta için on altı domates vermeyi düşünür ama Raz o zaman bostanda sen de çalışmalısın deyince hemen vaz cayar ve on iki yumurtayı kabul eder. Tan Raz ‘a fazla yumurta yemek “kolisitrol” yapıyor, sağlığa ve üretkenliğe zararlı diye ilk beyaz yalanı söyler. Kolistrol kelimesi günümüzde kolesterolkolitrol gibi farklı formlarda yaşamakta. Gerçekten de biraz kilo vererek çok heykelsi bir görünüm kazanırlar ama Raz’ın bahçedeki üretkenliği düşer.

Yel Değirmeni
Yel Değirmeni

Üstüne üstlük un değirmencisi de ben altı kepçe yerine beş kepçe un veririm  deyince Tan artık “Pazar” a çıkmanın vaktinin geldiğine karar verir. Tabi o günlerde Pazar diye bir kelime yok, sadece Tan ‘ın zihninde titreşen bir ışık var. Önce sepete koyduğu domateslerle diğer kümes ve un değirmenlerini ziyaret ederek eski düzenine geri dönmeyi başarır. Ama bir müddet sonra onlar da ilk komşulardan haberi alarak yumurta ve un miktarlarını kısarlar. Kapı, kapı gezmekten ve gerilen komşu ilişkilerinden yorulan Tan kümes, bağ, bostan, davar, inek ve değirmen sahiplerine bir öneride bulunarak haftada bir gün büyükçe bir alanda ürünlerle birlikte bir araya gelip Pazar açmayı ve takasları orada yapmayı önerir. Unutulmasın diye de o günün adına da Pazar diyelim der. Kendisi gibi kapı, kapı gezmekten bıkan erkeklerin oydaşlamasıyla ilk pazar yeri, ilk Pazar günü açılır.

Pazar Yeri
Pazar Yeri

İlk Pazar Tan ‘ın düşündüğünden bile iyi gider. Kızışan rekabetle Tan on dört domatese, on beş yumurta ve bir testi şıra alır. Koruk suyu, şıra dışında, değişik şekilde fermente edilmiş üzüm suyundan da tatma imkanı bulur. Özellikle bu sudan fazla içenler bu ilk Pazar günü akşam üstüne doğru çok neşelenerek türküler çığırmaya başlar ve oynarlar. Eğlenceler yakılan ateş çevresinde geç saatlere kadar sürer.

Ertesi güne Ayvalık normalden sessiz girer. Tan fazla eğlenen erkeklerin bazıların suratının çok asık olduğu, hatta bazında morluklar gördüğünü hatırlıyor. Raz ‘ın tepkisini ise net olarak ve kesinlikle hatırlamıyor. Neyse, o gün bütün erkekler tatil yapar. Günün adını da Pazartesi koyarak her hafta o günü erkekler için zorunlu tatil günü ilan ederler.

Pazar sayesinde mutfaklarında melemen eksik olmaz, yeni dostlar edinirler ve bir de “tuz” diye büyülü bir kumla tanışırlar.

Bu arada her düzende olduğu gibi bu keyifli pazar ortamını bozacak iç mihraklar oluşmaktadır..

Ekonomi Mitleri #1

Her Alternatif Mitoloji paylaşımı gibi bu masal da tarih öncesinden önce başlayarak bir şekilde günümüze kadar uzar.

Sonraki bir dönemde adı Konstantiniyye ‘ye daha da sonra Sitanbul ‘a çıkan kalabalık bir kümelenme alanında yaşayan kahramanımız Tan net hatırlamamakla birlikte (galiba) huysuzluğundan dolayı orayı terk etmeye karar verir. En gözde sevgilisi Raz ile birlikte ayvası bol diye adının Ayvalık olduğunu sandığı bir diyara taşınır.

Ayvalık Midilli Haritası
Ayvalık Midilli Haritası

Ayvalık’a vardıklarında, mevsiminden mi nedense ortada pek bir ayva yoktur ama doğa çok bereketlidir. Dağ taş zeytin, kırlar türlü türlü ot, deniz ise balık doludur.  Hasatı yapılan buğday beldeyi kuşatan tepelerdeki yel değirmenlerinde öğütülüp un üretilmektedir. İnsanlar boş zamanlarında horoz ve deve güreşleriyle eğlenmekte, üzümden yapılmış türlü içeceklerle keyiflenmektedir.

Bu güzellikleri görünce yerleşmeye karar verirler. Üç zeytin ağacı olan, üç dönümlük bir bahçeye, üç pencereli, taş bir ev yaparlar. Bahçeye kazdıkları bostan kuyusunda üç metrede su bulurlar. Bahçeye üç sebze dikerler; soğan ve tohumları kızılderili atalarından kalan biber ile domates.

Domates Biber Soğan
Domates, Biber, Soğan

Artık mevsimlerin güzelliğinden mi, toprağın, bereketinden mi, yada Raz’ın gece gündüz bostana bakımından mı bilinmez tohumlar üç vakitte bol, bol meyve (sebze) verir. Özellikle domates çok verimlidir. Ana (tek) menüleri  ata tarifine uygun “melemen” ve yanında ölçülü yenen ekşi mayalı ekmekten oluşur. Artık herkes tarafından bilindiği için paylaştıkları tarife göre melemen; soğan, biber ve bol domates üzerine kırılan yumurtaların az zeytinyağıyla pişirilmesiyle yapılır.

Tan’ın evi geçindirme planı çok sadedir. Ayvalık’ta bilinmediği için çok rağbet gören domateslerin bir kısmıyla kümesi olan komşundan yumurta, kalanıyla da değirmen sahibinden un almaktadır. Böylece mutlu mesut bir hayata başlarlar.

Ama bu mutlu düzen bir müddet sonra bozulur…