Ekonomi Mitleri #8

Tan,  totem evrimindeki ilk tartışmanın seksen santim yüksekliğindeki zeytin totemiyle çıktığını hatırlıyor. Çatalın ucundaki tek bir siyah zeytinini çoğunluk yadırgayıp, dalında bir zeytin daha güzel olur dese de Mucit “bu modern yaşamın içinden gelen bir dışa vurumu” şeklinde anlaşılmaz bir açıklama yapmış, ardından başta Raz bir çok kişi de onu üzmemek adına tartışmaya son vermiş. Tan ise günümüzdeki devasa dışa vurumları görünce bunun insanlığın başına bela açtığı görüşünde ısrar ediyor.

Çatalda Zeytin
Çatalda Zeytin Totemleri

Bu arada Macit ruhmanların görevinin pazarda tezgah açan çiftçiler için olduğu kadar; sadece kendi ailesi için çiftçilik yapanlar, hatta çiftçilik yapmasalar bile bu ürünleri tüketen herkes için hizmet sunmaya başladığını müjdeler. Bu nedenle bütün Ayvalıklıların sunaklara uğramalarının ve adaklarını bırakmalarının bir doğa borcu ve hemşerilik görevi olduğu ilan eder. Bu açıklama sonrasında özellikle hemşerilik konusunda görüşler hemen her evde yoğun şekilde farklılaşarak tartışmalara neden olur. Tan zırva derken, Raz mantıklı bulur.

Totemlerle ilgili asıl büyük tartışma ise horozla ilgili olanıdır. O zamanlar bir çok iş gibi tavuk, horoz, civciv bakımı ve tabiiki yumurta üretiminin denetimi kadınların sorumluluğundaydı. Erkekler ise harem kavgalarıyla öne çıkan horoz kavgalarını folklorik bir etkinlik (=güreş) olarak yarışmaya dönüştürmüşlerdi. Tavuğun etinin daha güzel olduğunu ve daha önemlisi yumurtasının önemini bilen kadınlar, sunakta bir totem olarak horoz görünce öfkelenmişler ve tavuk veya yumurtayla değiştirilmesini istemişlerdi. Bunu üzerine erkekler çok yüksek bir perdeden “horoz olmasa civciv olmaz, dolayısıyla aslolan horozdur” diye ısrar edince, kadınlar hayır “horoz da yumurtadan, dolayısıyla tavuktan çıkıyor” demiş, Mucit ben yumurta totemi yapmam demiş ve sonunda horoz yerini korumuştu. Bu tartışma binlerce yıl içinde biraz bozulsa da günümüzde meşhur yumurta-tavuk ikilemi (dilemma ‘sı) olarak sürmektedir. Her neyse, bilindiği üzere horoza olan bu baskın saygı halen sürmekte olup, Guinness rekorlarına girmiş özgün bir totem örneği olarak günümüzde 27 metre yüksekliği, 26 ton ağırlığıyla Denizli’deki Millet parkının tepesinin üstündeki kulenin tepesinin üstünde tünüyor.

Denizli'nin Dev Horozu
Denizli’nin Dev Horozu

Ayvalık’taki folklorik horoz etkinlikleri günümüzde iyice azalmakla  birlikte yöreye binlerce yıl sonra gelen talihsiz develerin “folklorik etkinlikleri” 2020, 2021, 2022 yılı diyerek her sene kesintisiz olarak çevre ilçelerde sürmekte.

Deve Güreşleri
Deve Güreşleri

Totem evriminde en önemli dönemeç (belki de devrim) domates, biber, soğan, nane gibi sebze ve otların bulunduğu sunakta oluşan yoğunluk ile yaşandı: 

Bu ürünlerin sunağının ruhmanı; Zerzavatus adında, şahiniyle avlanmayı seven ve güreşçiler içinde açık ara en iri olan, saçlı-sakallı, heybetli biriydi. Önce bütün bu sebze ve otlara zerzevat denmesinin onların bilinçleriyle  konuşmalarını ve söyleyeceği şarkıları kolaylaştıracağı ve dolayısıyla bereketi arttıracağını duyurdu. Gerçekten de bir pazarda havuç, sonrakinde pancar, sonrakinde ise ıspanak için hangi sunağa gidileceği soruluyor ve hepsine Zerzavatus – Ayvalık’taki uzun isimleri genelde iki-üç heceye indirme alışkanlığıyla (namıdiğer) Zeus, derin bir sabırla bana geleceksiniz diye cevap vererek adakları kabul ediyordu. Zeus zerzevat bilinçleriyle iletişim konusunda tam uzman bir ruhmandı. En önemli hadisesinde, rüyasında turpları yemeden önce limon sıkmanın onları incittiğini gören bir çiftçiye, gözleri kapalı mırıldandığı bir şarkıdan sonra son derece haklı olduğunu söylemiş ve turpların yenilmelerinden önce üstlerine sirke sıkılmasını beklediklerini duyurmuştu. Yıllar sonra Zeus müritlerine bu duyurunun verdiği ilk fetva olarak kayda geçilmesini istemişti.

Zeus, artan farklı sebze totemlerinden sunakta adak bırakacak yer kalmadığını söyleyerek, hepsinin yerine geçecek tek bir totem yapılmasının ve çiftçiler arasında kargaşa çıkartmamak adına da bir sebze yerine kendisine benzeyen bir heykelin yapılmasının daha doğru olacağı konusunda Macit’i ikna eder. Macit bu isteği Mucit’e aktarınca Mucit’in yorgun gözleri ışıldar. Çünkü kendisi (ve Aydemya’daki öğrencileri) sürekli olarak sebze, meyve ve hayvan üzerine çalışma yapmaktan bıkmışlar, birbirlerinin çizimleri ve yontularını yapmaya başlamışlardı. Tan ve Raz bu çalışmalardan belki de ilk haberdar olanlardı çünkü Mucit böyle bir çizim çalışması için Raz’ı nerdeyse iki gün boyunca, bir elinde zeytin silkme sopasıyla ayakta tutmuş ama ne kadar ısrar etseler de yaptığı çizimi göstermemişti.

Böylece Mucit ve öğrencileri Zeus’u Aydemya’da üç gün boyunca, hem de bir kartalla birlikte ayakta tutarak bir ağaç yontusunu yapmaya başlarlar.  Kısa bir sürede tamamlayarak pazardaki yerine yerleştirir. Zaten heybetli olan Zeus’un boyunun iki misli olduğu, ona çok benzeyen, dev boyutlu totemi gören çiftçilerin çoğu Zeus’a dertlerini söylemeyi unutarak getirdikleri zerzevatı sunaklara bırakıp sessizce ve hızlıca ayrılıyordu. Zeus’un sunağı bırakılan zerzevatla çok kısa sürede dolup taşıyordu.

Zeus’unkine komşu sunakta ise balıkçılara ruhmanlık etmek üzere Postdon görev yapmaktadır. Postdon ismi, uzun bir ismin kısaltması değil tam anlamıyla hakkedilmiş bir isimdi: Zeus kadar olmasa da heybetli olan bu ruhman;  balıkçılıktan sıkılıp güreşçiliğe, biraz yaşlanınca da Macit’le olan yakın arkadaşlığını kullanarak ruhmanlığa geçmişti. Yaz-kış üstü çıplak, altında ise posttan yapılmış bir şort (don) la dolaştığı için adı Postdon kalmıştı. İki hecelik bu güzelim isim sonra dejenere  ola ola Poseydon‘a dönüşür.  Denizi, canlılarını, dalgaları, rüzgarı okumayı onlarla konuşmayı iyi bilir, pazardaki sunağında asık bir suratla,  elinde aile geleneği üç uçlu balık mızrağıyla adakları kabul eder. Zeus’un sunağındaki değişimi fark edince o da Macit’e giderek balık yerine kendisine benzeyen bir totem ister. Macit başına dert açabilecek bir sürü nahoş macerasını bilen bu arkadaşını kıramayınca Mucit’e başvurunca o da bir şart öne sürer – zeytin ruhmanı totemini kendi istediği gibi yenileyecektir. Macit kabul eder. Mucit ve öğrencileri ilk önce kumaş bir giysi giymeyi kabul eden Postdon ‘un oturan totemini, ardından da Tan’ı şoke eden zeytin ruhmanı totemini yontup yerlerine koyarlar. Tan o zaman için olağanüstü gözüken, ama geçen sürede yok olan bu tahta yontuları geçen binlerce yıldan sonra en çok benzettiği mermer heykelleri paylaştı:

Zeus - Postdon ve Zeytin Ruhmanı
Zeus (Zerzavatus) – Postdon ve Zeytin Ruhmanı

Zeytin ruhmanı totemiyle ilgili çok özel açıklamalar ve fazlası gelecek paylaşımda…

Rose’un saçındaki ilk beyaz

Dan’ın sol kulaklığı Rose ‘un sevinç çığlığıyla çınladı – İlk beyaz saçımı gördüm ! Ben de, onbeşbin yaşını aşmış biri için hiçte fena değil diye seslenip sevincini paylaşmak üzere Rose’un ofis olarak da kullandığı hidroponik sera katımızın yolunu tuttum. Benim saçlarım 1990’larda beyazlamaya başlarken onun ilk beyazı 2123’te, daha doğrusu yeni takvimle NS (Nova Sonrası) 23 yılında çıkmıştı.

Nova Anı
Büyük Felaket – Nova Patlaması

___ devamı yazılıyor

Yayım tarihi
Aytopia 2123 olarak sınıflandırılmış

Ekonomi Mitleri #7

Tan bu önemli paylaşımın başında; Raz’la Ayvalık’a geldiklerinden itibaren hayatlarında olan bazı değişiklikleri anlatmak istedi:

Mucit sebze, meyve yetiştirme konusundaki bazı gizli deneyimlerini zaman zaman Raz’la paylaşıyordu: tavuk, güvercin, koyun dışkısını toplayıp, fermente etmeyi becerebilirse ve uzunca bir süre bekletirlerse sihirli bir toprak elde edebilirlerdi. Bunu da sebzelerin, zeytin ve meyve ağaçların altına dökerlerse bostanlarında mucizeler göreceklerdi. İlk aşamadaki pis kokulu fermantasyon işi Raz’la yaşanan kısa bir tartışma sonrasında Tan’ın üstüne kalmıştı. Yaklaşık bir sene sonra domates ve biberlerdeki olağanüstü bereketi gören Tan bu kokulu işe biraz daha az homurdanarak devam etmişti. Mucit, Raz’a toprağı havalandırmak, sebze tarhlarının yerini dönüşümlü olarak değiştirmek, mevsiminde ağaç dalları seyreltmek gibi bir çok farklı bilgiler de veriyordu.

Bu arada Ayvalık’a göçen bir sürü yeni aile olmaktaydı. Tan ve Raz bu ailelerden üç dört tanesiyle birlikte ortaklaşa, geniş alanlarda bostan ve zeytinlikleri işletmek gibi bir yol bulurlar. Bunun sonunda da Raz zamanının çoğunu domates karıklarında değil, ortakçı kadın arkadaşlarıyla zeytinliklerin iyileştirmesi için harcamaya başlar. Zeytin silkmede kullanmak için kullandığı uzun sopasını sürekli olarak yanında taşımaya da bu dönemlerde başlar.

Ortakçılar bütün bostan ve zeytinlikleri birlikte işler. Paylaşım mahsulün toplandığı günlerin akşamında erkekler arasında yapılırken kadınlar izler. Paylaşımda erkekler arası tartışmalarda Tan, izleyen kadınlardan gelen itirazlarda ise Raz arabuluculuk yapar. Her aile kendi mahsulünü depolar, işler ve pazarlarda takasa götürür.

Tan bu noktada Ayvalık’ta hemen herkesin paylaştığı inanç düzeninden bahsetmek istedi:

Eski kıtada olduğu gibi Ayvalık’ta yaşayan insanlar da; canlı cansız hemen her varlığın erişilebilir bir bilinçleri, bazen yapıcı, bazen de yıkıcı güçleri olduğuna inanıyorlardı. Bunların hepsi de üstünde yaşadıkları toprak, gökyüzündeki ay, güneş ve yıldızlarla birlikte tek bir vücudun parçalarıydı. Bu parçalarla her türlü alışverişte onlarla konuşmak son derece doğal, hatta zorunluydu.

Avcıların avlarına yaklaşırken usulca onları sakinleştiren, af dileyen sessiz konuşmalar yapması, balıkçıların denize açılırken denize, rüzgara sakin olmaya davet eden şarkılar söylemesi, ağ atıp, toplarken balıklardan özür dilemeleri günlük hayatlarının bir parçasıydı.

Raz da sebzelerle uzun uzun konuşması, zeytin ağaçlarına yüksek sesle ninni okumasıyla dikkat çekiyordu. Hasat zamanlarında bol sebze ve zeytin  almasıyla tanınmaya başlayınca doğal olarak onlarla iletişiminin iyi olduğu da söylenmeye başladı.

Bu uzun girişten sonra pazara dönersek; Macit, pazarın bakım ve güvenliği için çalışan güreşçilerin görev yapabilmesi için tezgah sahiplerinden alınan iki kaşık tuzun yetmediğini bunun üçe çıkartıldığını duyurdu. Evlere yapılan önceki ikna ziyaretlerini herkes bildiği için bu uygulama sessizce kabul gördü.

Ancak birkaç ay sonra aynı gerekçeyle artık beş kaşık tuz alınacağı duyurusu yapılınca o hafta pazarda kimse tezgah açmadı. Gariptir ki hiçbir tezgah sahibini ikna etmeye çalışan da olmadı. Macit uygulamanın üç kaşık olarak süreceğini duyurmakla yetindi.

Sonraki Perşembe pazarında hoş bir sürpriz vardı. Sarmısak taşlarından yapılan boş platformların ön cephelerine bazı şekiller işlenmişti. Ayrıca, her birinin üst basamağında ise başları dahil bütün vücutları koyu renkli kumaşlarla örtünmüş, yaşları ileri güreşçiler yer almaktaydı. Çoğu sakallı, hemen hepsi sevilen bu güreşçilerin her birinin göğsünde Macit’inki gibi M şekilli bir takı vardı.

Doğal olarak herkes tezgahları yerine bu garip giysili, güreşçilerle sohbete gitti ve şaşkınlıkları bir kat daha arttı: Bu güreşçiler onlara “yardımcı” olmak üzere, onlar yerine balıklar, horozlar, domates-biber-patlıcan fideleri, zeytin ağaçları, koyunlar, üzüm asmaları ve diğer bilinçlerle konuşacak, onlara şarkılar söyleyeceklerdi. Tezgah açan, açmayan herkes ilgili platforma balık, domates, peynir, yumurta, zeytin şeklinde adağını bırakıp, adını söylerse “yardımcı” o bilince iyi niyetleri, dilekleri iletecek ve gerekenler için af dileyecekti. Onlar bu bilince “ruh” demeyi yeğliyor, kendilerine de onlarla ilgilenen kişi olarak “ruhman” denebileceğini söylüyorlardı. ruhman-ruhban sözcük ikilisi, farket – market dönüşümü gibi özel bir etimoloji sorunsalı durumunda :   https://tr.wikipedia.org/wiki/Ruhban_s%C4%B1n%C4%B1f%C4%B1

Bu ruhman hizmetinin yarattığı şaşkınlık geçince aynı gün adaklar sunulmaya ve o platformlara “sunak” denmeye başlandı. Teknik ilk sorun da o gün ortaya çıktı; sunakların önünde “zeytin”, “balık, “üzüm”, “horoz”, “koyun” u çağrıştıracak şekilde kazınmış bazı şekiller olsa da bu sembolik şekiller çoğu yeni göçmen olan pazarcılar tarafından karıştırılıyor sunaklara farklı adaklar bırakılıyordu.

Çözüm yine Mucit’ten geldi: Dört hafta sonraki pazarda sunaklara kimi ahşaptan, kimi yumuşak sarmısak taşından oyulmuş olan, şimdilerde “heykel”, o zamanlar ise (bazen şimdi de) “totem” dediğimiz yaklaşık kırk santim boyutunda nesneler konuldu.

O döneme ait çizimlerden bugüne ulaşan olmamakla birlikte Tan, Mısır’da ortaya çıkan bir balık toteminin Ayvalık’ta o  gün kullanılana çok benzediğini belirtti:

Balık Totemi
Balık Totemi (Mısır)

Tan’ın beş yıl önce İvrindi’de gördüğü, ardından geçtiğimiz yıllarda yenilenen “belde tanıtım anıtı” da o zamanki koyun heykelinin büyüğü olmakla birlikte benzeriymiş…

Ivrindi'nin Eski Koyunu
Ivrindi’nin Eski Koyunu

Bu “renkli” foto paylaşımından sonra Tan totem evriminin eğlenceli örnekleriyle başlayıp mitolojinin bilinmeyen magazin detaylarıyla sürecek bir sonraki paylaşımına kadar kısa bir mola istedi.

Ekonomi Mitleri #6

Tan’ı ekonomik mitlerde bile fazla ekonomi konuşmak insanı sıkabilir diye uyarınca o da biraz mimari ve azıcık da magazin anlatabilirim dedi:

Pazardaki değişiklikler kolay  takip edilemeyecek bir hızda gelişiyordu. Macit deposuna her gün takas için gelinebileceğini duyurmasına rağmen, çoğunluk sadece Perşembeleri gelince gür sesli bir güreşçi hemen her pazar süresince “Ey hemşerim fark et, burası her gün açık, fark et!” diye bağırınca Macit’in deposu Farket diye anılmaya ve insanlar da her gün farkete gitmeye başladı (Etimoloji). Üstüne üstlük pazarda ürün tanıtımı yapmak için bağırmak bir gelenek oldu.

Kısa süre sonra, her gün takas yapmanın faydalarını bazı balıkçılar da fark edince onlar da her gün pazara gelip balıklarını takasa sunmaya başladı. Tan gibi çoğu insan balıkları hafta bir almak yerine günlük, taze yemeyi sevdikleri için bu durumdan hoşnut oldu.

Aynı dönemde Macit pazar meydanını çevreleyen taş bir duvar ördürtmeye başladı. Bu arada kendi deposu ve sergi alanlarının çevreleyen on iki taş sütunun üzerindeki çatıyı kalaslarla sağlamlaştırıp düz bir zemin şeklinde yeniden örttü. Ardından da bu çatının üstüne on sekiz kalın kalasla çerçevelenen bir kat daha çıkıp üstünü de örtünce  Ayvalık’ta ilk iki katlı, dev yapı ortaya çıktı.

Duvar işi tamamlanınca güreşçiler pazarı çevreleyen duvarlardan sekiz adım kadar mesafede, aralarında yine sekiz adım aralıklar olan derin çukurlar kazarak, içerlerine üç adam boyunda  büyük kazıklar diktiler. Kazıkların üstlerine de kalın, geniş tahtalar sabitlediler. Daha sonra da Macit pazarda mal satmaya her gelen üreticinin iki kazık arasındaki, sabit bir alanda mallarını sergileyerek tuz aracılığıyla takaslarını yapmaları gereğini duyurdu.

Tan hemen her gün  çalışmaları seyre gelip arada sırada ustaları yönlendirmeye gelen Mucit’le sohbet ediyordu. Sonradan hatırladığı zaman garipsediği anısı ise Mucit haftada bir gelirken, Mucit’in eşi Makber ’in Macit’le birlikte her gün bir tuz kayığıyla gelerek çalışmaları kontrol ettiği, ustalara talimatlar verdiği, Macit’le birlikteyken sanki çok fazla güldüğü olmuş (Magazin).

Mucit Tan’la yaptığı Perşembe görüşmelerinde daha açık konuşur olmuş. Tan’ın çizimlerine olan ilgisini bildiği için uygulanmayan, yarım kalmış bazı çizimlerini ona vermeye başlamıştı. Tan pazarın son aldığı şekle tam benzemese de Mucit’in verdiği resmi binlerce yıldır saklamış.

Ayvalık Pazar Yeri

Tan, resimde de gözüken pazarın küçük kapısının üstündeki üçgen alınlığın ne işe yaradığını sormadan edememiş. O da bir başka taslağı ve Macit’le olan tartışmasını paylaşmış:

Macit pazardaki düzenlemelere başladığı dönemde kıyafetlerine de bir ek yapıp boynuna bağlanıp, dizlerine kadar uzanan  bir kumaşla dolaşmaya başlar. Tan, sonradan bu kumaşa pelerin dendiğini, kumaşın garip renginin ilk zamanlar “sur moru” sonradan “erguvan” diye anıldığını hatırlattı.

Macit, önceleri pelerinine, sonra bilekliklerine M şeklinde takılar takmaya, hatta kilden yapılan ev eşyalarına bile bu şekli işletmeye başlar. Mucit’e bu sembolü pazarın kapılarının şeklinde de görmek istediğini söyler. Macit ise Tan’a verdiği çizimle bu şekilde yapılacak bir kapının çökeceğini ama A şeklinde yapılacak bir kapının yine onun sembolünü çağrıştıracağını söyler. Ayrıca kapının üstündeki üçgen içinde onun başarılarını anlatan oymalar yapılabileceğini anlatınca Macit ikna olur.

Alınlık Üçgen Pediment
Alınlık – Üçgen Pediment

Bazen yay şekline dönüşse bile genelde üçgen kalan bu alınlık (pediment) ve bu alanda hikaye anlatma tekniğinin çok tuttuğu ve ilerleyen bin yıllarda birçok Macit varisi tarafından kullandığını, halen kullanılmaya devam ettiğini, hatta hatta Tan’ın ana vatanı eski kıtaya bile ulaştığını sanırım herkes biliyordur –  https://en.wikipedia.org/wiki/Pedimental_sculptures_in_the_United_States

Yapı ve duvarların tamamlanmasından birkaç hafta sonra, Tan’ın hatırladığı kadarıyla bir kış ayının 13. gününe denk gelen Perşembe gününün ilk saatlerinde,  pazara mallarını sergilemeye gelenler kapılarda Macit’in güreşçilerinin en irileri tarafından karşılanır. Pazar yerinin bakımı ve güvenlik sağlamanın bedeli olarak, sergi açacak her pazarcının ikişer kaşık tuz vermesi gerektiğini söylerler. Bunu kimi pazarcılar istemeyerek kabul etseler de, Tan gibi birkaçı ise kabul etmeyerek evlerine geri dönerler.

Tan, kendisi gibi düşünen pazarcılarla başka bir alanda, başka bir pazar kurmayı görüştüğü günlerde güreşçilerin evlerine yaptıkları tatsız ziyaretleri pek anlatmak istemedi ama kendisi dahil herkesin üç hafta sonraki pazarda ikişer kaşık tuz vermeye başladığını söylemekle yetindi. Morali biraz düşünce de; pazarın küçük kapısından girildiğinde sağda kalan “sarmısak taşı” kaidelerin nasıl modern mitolojinin temelini oluşturduklarını artık bir sonraki seansta anlatayım dedi..

Ekonomi Mitleri #5

Tan ‘ın anlatımlarına ancak bugün dönebildik. Çünkü geçen ay (sanırım memleketteki takas kurallarında çıkan kargaşadan) muhabbeti çekilmez haldeydi. Sonraysa en yeni kıtadan gelen çocuklarına kavuştuğu için geçmişin muhabbetini yapamayacak kadar mutlu ve meşguldü.  Çocukları kıtalarına dönünce o da anlatılarına geri döndü.

İlk anekdotu, anlatılarının geçtiği dönemde Macit’in domates, biber ve yumurtaların tuzla takas ederi için yıllarca kullanılan kuralları (hatta kaşıkları) bir gün bizim artık Ayvalık’a özel bir “naz”ımız var diyerek değiştirmesiydi. Pazarda çıkan karışıklıktan kısa bir süre sonra bu naz yüzünden tacirlerin çevredeki pazarlara göre uğradığı zararın bütün hemşerilerden eşit miktarda toplanacak tuzla ödeneceği fermanı yayınlanmış. Böylece o zamanlar kimse bir şey anlamasa da büyük tacirlerin homurtuları kesilmiş.

Zamanda hoplamayı bırakıp üçüncü bölümün son anına dönersek:

Macit; Mucit ve onun (hain) eşi Makber’le birlikte pazara gitmesinin hemen ardından pazar alanın kapısının hemen kenarında devasa bir tezgah,  büyükçe bir depo ve etraflarını genişçe çerçeveleyen yüksek, taş bir duvar inşa eder. Mucit’e payını vereceğini söyleyerek pazara gelmesine gerek kalmadığını söyler. Verdiği tuz karşılığında (Mucit’in balıkları tuzlamasını öğrettiği) balıkçılarla yelkenli teknelerle tuzladan Ayvalık’a taşıma işi için anlaşır.  Takır’la yapılan tuz taşımasının yerini artık tekneler almıştır. Nerdeyse her gün sahile yanaşan teknelerle gelen tuzu Macit, güreşçi arkadaşlarına uzunca sayılacak bir yoldan pazardaki deposuna taşıtır. Bu vesileyle Tan; hem teknelerdeki hem de yel değirmelerindeki yelkenleri ilk bulanların Mucit’in büyük, büyük babası olduğunun söylendiğini hatırlıyor. Tan martılar kadar bu yelkenli gemileri de izleyip resimlerini çizermiş.

Tuz Taşıyan Yelkenli
Tuz Taşıyan Yelkenli

Bu arada Ayvalık’ta hem tuz kullananlar hem de kullanım alanları artmaktadır. İnsanlar yanlışlıkla tuz dökülen tahta eşyalarının, elbiselerinin kolayca temizlendiğini, böcek ısırıklarına iyi geldiğini birbirine anlatıp durmaktadır. Ne var ki bütün tuz ticareti tek bir ailenin elinde olduğu için ancak çok miktarda ürün karşılığında takas edilmekte, bu duruma Ayvalıklılar Tekel demektedir.

Gariptir ki Mucit artık tuzla ilgilenmemekte, garip buluşlar üzerinde çalışmaktadır. Bir tanesini Tan pek beğenmese de çok işe yaradığını kabul etmek zorunda kalmış. Mucit koyun derilerini kuruturken tuz kadar taze köpek dışkısı kullanılması gerektiğini buldu. Bu sayede deriler çok daha yumuşak ve uzun ömürlü oluyormuş. Böylece pazar yerinin yakınında yer alan dericiler onlarca köpek bakmaya ve bu nedenle de pazar pek bir kötü kokmaya başlar. O gün bugündür Ayvalık’ta köpeklerin özel bir yeri var. Kedilerin önemi ise daha sonra keşfedilmiş.

Macit tuz işine odaklanmaktadır. Önce pazarda takas edilen hemen her ürün için kaç kaşık tuz ödeyeceğini bir taş levhaya kazıtıp deposunun kapısının önüne diker ve levhanın bir stel olduğunu söyler. Tan bu stelden çok etkilendiğini, üzerinde on adet domatesin karşısında bir kaşık tuz resmi olduğunu daha dün gibi hatırlıyor. Bu stelden sonra gördüğü onlarcası içinde onun kadar etkileyen bir tek “2001 – Bir Uzay Yolu Destanı” adlı filmdeki monolit olmuş.

2001 - Bir Uzay Yolu Destanı
2001 – Monolit

Macit bir kaç hafta sonraki pazarda, deposundaki fazla tuzla ailesinin tüketebileceğinden fazla ürün almaya başlar ve aynı gün isteyene aldığı bu ürünleri yine tuz karşılığı takas edebileceğini duyurdu. Bu takas pazarın kurulduğu Perşembe günü dışında da yapılabilecektir. Ancak elindeki ürünleri verirken alıcılardan tuzu alırken tuz alım kaşığı kullanacağını duyurdu. Bu kaşık mal alım kaşığından oldukça büyüktü.

Birkaç hafta sonraki pazarda herkesin takasa gelirken belinde takas tuzu çantasıyla gelmesinin kolaylık olacağını duyurdu. Kaşıklar ve çantalar  kendisinden (tabiiki ürün takası karşılığında) temin edilebilecekti.

Macit'in Çanta ve Kaşıkları
Macit’in Çanta ve Kaşıkları

Bütün bu değişikler pazarı tam olarak karıştırdı. Sık sık hangi kaşık, ıslak tuz, kuru tuz tartışmaları çıkıyor ve çoğu da kavgayla bitiyordu. Bu durumlarda Macit’in güreşçi arkadaşları devreye girerek her iki tarafı bir şekilde ikna ediyordu.

Tan ve bazı hemşerilerinin tuzu boş verin birbirimizle direkt takasımıza devam edelim önerisi genel kabul görmez. Pazarda karışıklıklar yıllarca sürüp durur, ta ki Macit bir gün pazara takasta tuz kullanmanın yerini alacak yeni bir buluşla gelinceye kadar…