Singapur’un Orkideleri – Vanda Miss Joaquim

Önceki paylaşımlarımın etkileşimleri ve sosyal medya analistlerinden anladığım kadarıyla uzun bir yazının ilk bir-iki paragrafı okunuyor. Bu nedenle bu seferki yazıyı bol magazin ve az bir miktar tarihle bezeyip göreceli olarak kısa tutmak istedim.

Singapur hibrid bir orkideyi (Vanda Miss Joaquim) ulusal bitkisi ilan edip, orkideler benden sorulur havaları atsa da bu işten yeterince anlamadığını belirtmek isterim. Çünkü bir ülke 1200 doğal, 2000 hibrid orkideye ev sahipliği yapar da salebi (Arapça bilenler için sahlap) bilmez mi ? Yiyemeyeceksen bari biraz iç, onu da yapamıyorsan niye yetiştiriyorsun o güzelim bitkileri be adam demezler mi?
Bizim hemen her bölgemizde ortalama 2600 orkide çiçeği işlenip 1kg. salep üretiliyor ki bu aralar yerel fiyatı 50USD/kg.
Bir dönümde 700kg kadar salep üretiliyormuş. Yani bor madencilerine nispet olsun diye biz tarımsal bir ürünümüz olarak orkideyi (daha ziyade yumrularını) işleyip yüksek katma değerle ihraç ediyoruz, içiyoruz, Maraş dondurması, kozmetik ve ilaç yapıyoruz. Gül çiçeğini işleyerek başardıklarımız ise ayrı bir efsane.

Birim fiyat olarak salebimizle sanırım bir tek safran (2700 USD/kg) yarışabilir ki o tek başına bir ansiklopedinin konusu olabilecek bir vaka.

Memleketimizde topu topu 28’i endemik, toplam 190 orkide çeşidi var. Dünya şampiyonu Kolombiya’nın 1500 küsuru endemik olmak üzere 4000 türü varmış. Biraz kıskanç bir görüş gibi anlaşılacak olsa da, bana kalırsa Singapur’da orkideler tıpkı durian gibi sanal (daha doğrusu yapay) yöntemlerle zorlanarak bir ulusal sembole dönüştürülmüş. Tarihi pek sevmeseniz de bu aşamada birazcık tarih okumaya zorundayız çünkü iddialı magazinin keyfi ancak öyle geliyor:

İlk olarak 1859’da İngiliz Tarım ve Bahçecilik (Agri-horticultural) Topluluğu tarafında 32 hektar üzerine meşhur Singapur Botanik Bahçeleri açılır. Bahçeninin ilk direktörü Henry Nicholas Ridley kauçuk ağacı botaniği (aslında sanayi ve ticareti) konusunda deli gibi (Mad Riley – görüntüsü ve takma adı bana direkt Genco Erkal’ı anımsattı) çalışırken 1893’te Vanda Miss Joaquim tarafından sunulan çiçeği bir hibrid orkide olarak kayıt altına alır. Çiçeği hibridlemeyi başaran Agnes Joaquim (orjinal adı Ashkhen Hovakimian) Ermeni asıllı bir Singapurlu bir bahçevandır. Vanda Hookeriana (baba) ve Vanda Teres (anne) türü iki orkideyi yapay yolla melezlemiştir.  
Bu çiçek 1981’de Singapur’un ulusal çiçeği olur ama Agnes Joaquim ancak 2015 yılına gelindiğinde Singapur’lu Kadınlar Onur Listesine alınır. Orkidesinin ilk yapay hibrid olduğunun tescili ise 2017 yılını bulur. Yetmezmiş gibi Vanda orkide aile adı da kelebeğe benzeyen şekilleri bahane gösterilip Papilionanthe olarak değiştirilir. Özetle çiçeğinin yeni adı Papilionanthe Miss Joaquim – Bu şekilde yerleşik, tarihe mal olmuş isimlerle bilim adına oynayanlara bilim adamı olsa da ezelden beri süper gıcık oluyorum vessalam.

Miss Joaquim
Miss Joaquim
Mad Ridley
Mad Ridley

Günümüzde Vanda Miss Joaquim ismi artık Singapurlu meşhur bir trans drag queen tarafından yaşatılmakta (ve iyi edilmekte). Bence Vanda Joaquim yaşasaydı ve bu sanatçının kendi orkidelerine benzeyen bu saç modelini görse sarılıp kucaklardı. 

Drag Queen

Yazının tam bu noktasının yapay hibrid orkide üretimi süreciyle ilgili bilgi vermenin zamanı olduğunu düşünüyorum: 

Yanda Singapur Kütüphanesinin web sayfalarından ödünç aldığım ilk müstehcen fotoğrafta; aile yapıları uygun (benzer ortamların bitkileri) ama farklı iki türden bir çift orkidenin erkeğinden polenlerin alınması, ikincisinde ise polenlerin dişi orkideye aktarımı gösterilmekte. 

Ardından uygun toprak kültürü içeren saksılarda on iki ayı bulan fide üretimi, ardından iki-üç yıl süren ilk hibrid yavruların çiçeklenmesi için çalışılacak. Bu kıssadan çıkarılacak hisse, yavru yetiştirmek her canlı için zor ama biraz da benzer bir süreç.

Bitmedi sonra da bu melez (hibrid) yavruya ad vermek için bekle ki bir meşhur gelsin. Çünkü 1956 yılından beridir Singapur Orkide diplomasisini keşfederek yeni hibridleri ziyarete gelen VIP’lere ithaf ederek adlandırıyor.

Sevgilimle benim favori VIP orkidemiz 1997’de Lady Diana‘ya atanmış olandı. Orkide; tabelada belirtildiği üzere Dendrobium Pattaya Beauty ve Fairy Wong‘un yavrusu ve ismine uygun zerafette.

Prenses Diana’ya benzer şekilde isimlerine VIP orkidesi atanan ünlüler arasında Joe ve Jill Biden, Barack ve Michelle Obama, Angela Merkel, Margaret Thatcher, Nelson Mandela, Kofi Annan, Kamala Harris, Jackie Chan ve tabii ki bizden de Tayyip – Emine Erdoğan çifti var.

Peki Singapur niye hibrid bir orkideyi ulusal sembol olarak seçmiş derseniz; bir grup insan dayanıklılığı ve yıl boyunca çiçek açıyor olması bize benziyor diyorlar. Başta ben diğer bir grup ise çok kültürlü (etnisiteli, dilli, türkülü, giysili, dinli, yemekli, masallı) bir ulus (veya ulus adayını) farklı ülkelerden gelmiş, iki farklı türdeki orkidenin yavrusunun;
Farklılıkların birlikteliğinin, kaynaşmasının arttırdığı zenginliği, dayanıklılığı ve kazandırdığı sürekliliği sembolize ettiğini savunuyoruz 😊 

Singapur’daki etnik grupların tam olarak kaynaşmış bir ulus oluşturmayı henüz başaramadıklarını düşünsem de Singapur; zengin bir ülkeye dönüşmüş. Satın alma paritesine göre 108.036USD’lik kişi başı yıllık gelirle Lüksemburg ve İrlanda’nın ardından dünyada üçüncü sıradadır.

Singapurlular kendilerini bir hibrid orkideye benzemeyi tercih ederken eski Türkiye’de biz bir dönem çok kültürlü zenginliğimizi bir mozaik benzetmesiyle sunmaya bayılıyorduk. Ben; mozaiğin kırılganlığı, parçaları arasındaki sınırlarını riskli gördüğüm için toplumumuzu aşureye benzetmeyi seviyordum. Reçetesinde her birinden evde olduğu kadar konulmuş, yetmişiki bileşenli bir aşure benzemesi çok hoşuma gidiyordu. Yıllar içinde kayısı, kurutulmuş üzüm, fındık eksildi. Sonra nohut vb. derken sanki şu aralar sütlaça dönüşüyor gibiyiz. Sırada su muhallebisi var. En sonunda pelteye dönüşeceğiz diye korkuyorum. 

Biraz bu endişeden ama daha çok çılgın çeşitlilikleri, en aşırı iklim ve yaşam koşullarına uyum gösterebilme becerilerinin büyüleyiciliklerinden olsa gerek aşağıda örneklerini paylaştığım orkidelerinin yaşadığı Singapur Ulusal Orkide Bahçesi bize tam bir terapi gibi geldi.
Şiddetle tavsiye ediyoruz.

Pulau Ujong – Coğrafya ve Durian Deneyimi

Durian ve Simit

30 Ağustos 2023’teki gezi paylaşımımı hatırlayanlar azaldığı için küçük bir özet vermekte fayda görüyorum: Üç ay önce üç ülkeyi kapsayan bir bir geziye çıktığımızı davul, zurnayla duyurmuştum. Ancak ülkeleri net ifade etmek yerine gıcıklığına bu ülkelere ait üç ana adanın adını ve bazı demografik bilgilerini paylaşmıştım:
1. Ada : Pulau Ujong –  710 km2 , 5,453,600 nüfus
2. Ada : Honshu – 227,963km2, 104,000,000 nüfus
3. Ada : Mactan – 65 km2, 527,000 nüfus

Şimdi açıklıyorum – Pulau Ujong dediğim birinci ada; Singapur ülkesinin ana karası. Hani hepimizin orkidelerin anavatanı, sakız çiğnemenin yasak olduğu (ancak tıbbi nedenlerle, raporla satın alınabildiği) ülke diye bildiğimiz memleketin Singapur Adası olarak da bilinen büyük kısmı. Haritayı incelerseniz Malezya ve Endonezya arasında bir körfeze sıkışmış minyon bir ülke olarak göreceksiniz, işte orası:

Singapur Harita, Bayrak ve Durian

Benim hafızanıza kazımak istediğim ilk önemli bilgi Singapur’un gezegenimiz üzerindeki konumu itibarıyla 1° kuzey enlemi üzerinde yer aldığıdır. Bu coğrafi bilginin Türkçe’si ise ülkenin pratik olarak ekvatorun üzerinde olup, yıl boyunca gece-gündüz sürelerinin en fazla 9 dakika değiştiği, sıcaklığın ise iki muson yağmuru döneminde1~1.5°C oynamakla birlikte hep 28°C seviyesinde olduğudur. İklimin en zorlayıcı özelliği ise bağıl nemin sürekli olarak ortalama %75 olması ve hemen hergün yağmur yağmasıdır. Bu iklimin başta orkideler olmak üzere bitkiler için bir cennet olabileceğini sanırım herkes anlamıştır. Singapur’un yerlileri ve göçmenleri bunu çok iyi anlayarak küçük adalarında yıllardır botanik bahçelerde, özenli konutlarda ve parklarda yaşatıp zenginleştiriyorlar:

Orkide
Orkide
Villa
Villa
Park
Park

Bu vesileyle Ayvalık için aynı değerleri paylaşasım geldi;
39.27° kuzey enleminde, ortalama sıcaklık 18°C, yüksek sıcaklık ortalaması 26°C (Ağustos ayı) iken sıcaklık farkı 17°C’ı bulmakta, gece-gündüz süreleri farkı 5.5 saate (333dk.) çıkmaktadır. Serin aylarda bağıl nem %70 seviyelerine çıkarken yaz aylarında %60 seviyelerine inmektedir. Özetle şehrim Ayvalık’ın iklimi, doğası ve denizi ile insanlar ve özellikle zeytinler için tam bir cennettir. Bizler (sanırım genetik olarak) bunları kübik beton konut, büfe, pansiyon, biiçklab vb. tesislere dönüştürmek üzere didişmeyi seviyoruz.

Singapur, günümüzde yükselen binalarıyla birlikte yükselen bir ticaret, finans, teknoloji ve turizm ülkesi durumundadır. Meraklısı için bu ve buna benzer ansiklopedik bilgilerin Vikipedi de pek güzel derlenip sunulduğunu hatırlatarak bu konuları atlayarak stratejik öneme haiz bir konu olan Durian meyvesi ve bizim tadım deneyimimizi paylaşmak isterim. Aslında bu konu bizim aile için önce bir sanal gerçek bir konu şeklinde başlayıp, ardından sürpriz bir artırılmış gerçeklik ve sonra da oldukça zor bir gerçek gerçeklik deneyimi oldu. Singapur’da bu gerçeklik geçişlerinin sürekli yaşandığını şimdiden belirteyim.

Aslında durian Singapur geneli için sanal gerçek bir ulusal meyve sayılabilir çünkü, insanlara bile yeterince araziyi oluşturmak üzere sürekli denizlerini dolduran Singapur’da orkide dışında “ticari” bir tarım ürününün yetiştrilmesi fiziken imkansız. Hemen her türlü gıda (ve birçok diğer şeyler) gibi durian meyvesi de Malezya’dan ithal ediliyor. Buna rağmen bazı internet kaynaklarında Singapur’un ulusal meyvesi olarak ilan edilmiş. Ben de Evliya Çelebi’nin büyük7 torunu olarak bu cılız bilgiyi belgeleyip paylaşmakta beis görmemekteyim.

Çizen mimarı kabül etmese de (biz dahil) yeni ve eski Singapur’luların Durianı temsil ettiğini bildiği bu büyük gösteri binasının (Esplanade) fotosu ulusal benimsemenin kanıtı olarak sunulmaktadır.

Esplanada

Durian ağaçları, anavatanları olduğu düşünülen Borneo ve Sumatra adalarına (Endonezya), ek olarak Hindistan ve Tayland’da da bol bulunuyormuş. Singapur’da göstermelik bir miktar yabani durian ağacı varmış ama biz aramadık ve dolayısıyla göremedik. Kısaca ilk günler varlıkları %100 sanal olarak kalmaya devam etti.

Durianın ilk izleri toplu taşıma araçları ve istasyonlarda neşeyle incelediğimiz bir çok yenilikçi uyarıda yer alan durian bulundurma yasağı sembolleri oldu.

Biraz araştırınca durianı Japonya, Tayland ve Hong Kong’ta otellere sokmanın yasaklandığını öğrendik. Gerekçe olarak hoş olmayan kokusu gösteriliyordu.

Koku konusunda spektrumun ters yönünde bence İstanbul simiti yer alıyor ve kamu yönetimince taksi dahil toplu taşıma araçlarında taşınmaları yasaklanmalı, yiyenlere 1000 simit bedeli para cezası uygulanmalı. Çünkü; yanında simit taşınan veya yenip de ekstrem şekilde aş ermeyen kimseyi henüz tanımadım.

30 metreyi bulduğu belirtilen durian ağacının meyvesi 20-25 cm. çapında. Meyvesinin dış kabuğu zeytin yeşili renginde, derin kesik pütürlü çok karakteristik bir görünümde. Sanırım bu sert kabuğu ve kuvvetli kokusu kadınlara yakışmayacağından Singapur’da meyvelerin kralı olarak anılıyor (sevgilim bu seksist tümevarımımı okuyunca eminim “hıhı hıhı” diye ünleyecektir).

İçindeki meyvenin açık sarı rengi ve görünümü güzel, hatta seksi. Hemen her meyve gibi A, B6 ve C vitamini bol, folik asit, potasyum, demir vs. vs. içermekte ve tabiki biraz da afrodizyak. Okuduklarıma göre; kokusu incelendiğinde içerdiği 44 aktif maddenin kokarca kokusu, karamel, çürümüş yumurta, meyve ve çorba terbiyesi bileşenlerini içerdiği tespit olunmuş. Sonuç olarak bu güzelim meyvenin; kükürt, lağım, meyve, bal, kızartılmış ve çürüyen soğan gibi bir koku yaydığı tespit edilmiş. Yiyenlerin üstünden ve nefesinden bir gün boyunca çıkmıyormuş.

Bu bilgiler başta ben olmak üzere sırasıyla sevgilim, oğlum ve gelinimi bu meyveyi yemeyi denemekten alıkoymadı. Benim kokudan çekinmemek için güçlü dayanaklarım vardı; yedi sene uzun yatılı mekteplerde okudum, yedek subay koğuşlarında uyudum ve Ayvalık’ta Doğuş Pirinanın hekzanlı baca gazının kokusunu her yıl altı ay boyunca keyifle soluyabiliyorum. Sevgilim ise sanırım evlilik yeminimize verdiği önemden, çocuklarımız ise toyluklarından olsa gerek, durian partisi yapmayı kabül ettiler.

Böylece 99oldtrees adlı durian restoranın yolunu tuttuk. Meyvelerin kralı zorlu kokusu kadar ünvanına yakışan fiyatlarıyla, bol çeşitleriyle de bizleri derinden etkiledi.

Durian Fiyatları

Sevgilimle koku ve görsel duyularımızla başlayan durianı arttırılmış gerçeklik olarak deneyimlemeden gerçek gerçekliğe geçişten az  önceki anımızı aşağıda paylaştım:

Durian Yemek Zor İş #1

ve durianın Türkçe kelimelerle anlatılamaz tadını deneyimleyerek gerçek gerçekliğe geçişim ve sevgilimin beni takdir eden bakışlarını biraz da istemeden paylaşıyorum…

Durian Yemek Zor İş #2

Sanırım rakıyı hayatında ilk kez yudumlayan bazı ergenlerde de benimkiyle aynı yüz ifadesi kırışıksız olarak oluşuyordur.  Neyse, hepimiz durianlarımızı bir şekilde yedik. Tadını soğanlı tavuğa, benzetenlerimiz oldu, garip bir çiizkeke de. 

Kıssadan hisse bazı meyvelerin toplu alanlarda tüketiminin sınırlandırılması, hatta senede sadece bir-iki kez tüketilecek şeklinde kısıtlanmasına yönelik bir yasa önerisi olsa destekliyebilirim.

Paylaşımımı geleneksel soru-cevap bölümüyle sonlandırayım bari:
Önceki paylaşımda sorduğum arşipel kelimesi kronolojik olarak Ege denizi, Ege adaları derken takımada veya takımadalar grubu şeklinde kullanılıyor. Ben takımada yerine ukalalık etmek istediğimde arşipeli kullanıyorum. Evet, Singapur 64 adadan oluşan bir takımada iken ülkemizin de bir sürü takımadası var:
İstanbul’da on adadan oluşan Prens (veya Prenses) takımadası (Büyükada, Heybeliada, Kınalıada, Burgazada, Sedef, Yassıada, Sivriada, Kaşık, Tavşan ve Vordonos Adası) yer almakta.

Ayvalık’ta ise Vikipedi’ye göre 22, bazı kaynaklara göre 27 adet adadan oluşan bir ada grubu var. Bunların tamamı yada bir kısmını takımada olarak kabül etmek gerekir.

Bu paylaşımın kışkırtıcı sorusu ise Türkiye toplumunun “Ulusal Meyvesi” nedir ? Anadolu coğrafyasının imzasını dünyaya taşıyan bir meyve olarak aklınıza fındık gelebilir ama gerçekten fındığı toplum olarak yaygın olarak tüketiyor muyuz ? Ulusal meyvemiz olarak ayçekirdeğini aday gösterebilir miyim ?

Bir sonraki paylaşımda biraz Singapur tarihi ve bol bol orkide bulacaksınız.

Üç Ada, Üç Ülke – Giriş

Bu sene ilkbaharda leyleklerin gelmesini beklemeden,  sevgilimle martıları denizde yüzerken gördük. Neyse, sanırım bu nedenle kader hanımefendi yaz ortasına kadar bizi komşu iki adaya keyifli seyahatler yapmaya yöneltti; Midilli ve Sakız.

Bu iki adanın mutfağı, tavernaları, doğası, müzik ve plajları ülkemizde (Ayvalık‘tan bile daha) çok tanınır, sevilir ve süper tercih edilir olduğu için bu pırıltılı, mis kokulu konularda paylaşım yapmanın hiç alemi olmuyor. Bu adalarla ilgili instagramik çerçeveyi biraz derinleştirip, çalan hüzün dolu şarkıların arka planına, devşirme mimarili yapılara, acı anılarla dolu müzelere, tapınaklara gidince yani ortak coğrafyanın, ortak toplumları olarak ortak anılara yani tarihimize yaklaşınca o zaman  insanın içi derinden cız ediyor ve üzülüyor.

Eski memleketimiz İstanbul‘un adalarının başına yeni yasa taslağıyla örülmek üzere olan çorap ise insanın yüreğini dağlıyor.

İşte tam da bu nedenlerle yakın adalara seyahat yapmak yerine uzakdoğu adalarına seyahat etmek daha güzel olur diye düşünüp üç ada, üç ülkeyi kapsayan üç haftalık bir seyahat yapmaya karar verdik.

 (Siz bu uzuun girişi  “sevgili oğlumuzu, canım gelinimizi çok özledik. onları görmeye uzakdoğuya gidiyoruz” diye daha özlüce okuyabilirsiniz.)

Durian
Trabzon Hurması
Mango

Ülkelerin adları şimdilik  bende saklı kalsın ama coğrafyası veya belgesel kültürü iyi olanlar hemen bilecektir, gezmeyi planladığımız adaların adları ve bazı ipuçlarını aşağıda veriyorum:

  1. Ada : Pulau Ujong –  710 km2 , 5,453,600 nüfus (Ülke: 64 ada, 734 km2, 5,637,000 nüfus, ulusal meyve – durian)
  2. Ada : Honshu – 227,963km2, 104,000,000 nüfus ( Ülke: 14,125 ada, 377,975km2, 125,000,000 nüfus, ulusal meyve – “persimmon” namı diğer Trabzon Hurması)
  3. Ada : Mactan – 65 km2, 527,000 nüfus (Ülke: 7,641 ada, 300,000 km2, 109,035,000 nüfus, ulusal meyve – mango)

Biraz da coğrafya jargonumuzu tazelemekte fayda var:

Bildiğimiz üzere Kardak kayalıklarına da ada muamelesi yapıyoruz, 2 milyon km2’lik Grönland da resmi olarak gezegenimizin en büyük adası. 7.7 milyon km2 büyüklükteki Avustralya’ya kıta diyoruz. Sınır nerde çizilmiş ben bilmiyorum. Soru çok büyük bir ehemmiyet kesbediyor çünkü Ayvalık’taki Hakkıbey yarımadasına baktıktan sonra koskoca Anadolu’ya da yarımada demek ayıp oluyor sanki.

Bu kadar yoğun bir demografi ve coğrafi bilgi bombardımanına dayanabilen arkadaşlara ödül olarak kapsamlı bir ev ödevi veriyorum: Gezeceğimiz adalardaki üç devlet de “takımada” üzerinde kurulmuş durumda ve biri de “şehir devlet”. Arşipel ne demek ? Bizde kaç tane var ? Dünya’da kaç şehir devlet var ? En zor ve politik soru – ülkemizin kaç adası var ?

Siz bunları keşfederken bize iyi gezmeler.

Gürcistan 2022 – Heykeller #1

Sevgilimle yaptığımız dört günlük Gürcistan gezisinde; Tiflis, kısa bir süreliğine turladığımız Siğnaği (Sığınak) köyü ve gördüğümüz Batum fotoğraflarından hareketle Gürcistan’da çok kuvvetli bir heykel damarı olduğunu sonucuna vardık. Müze gezmediğimiz için antik heykellerini bilmiyoruz ama sokaklarda Sovyet dönemi ve sonrasına ait yüzlerce heykel var. Ülkemizdeki özellikle son çeyrek yüzyıldır artan heykel düşmanlığı nedeniyle yaşadığımız yoksunluktan olsa gerek, yaklaşık elliden fazla heykel fotoğrafı çekmişiz.

Sovyet döneminde dini motiflere ve kişilere pek izin verilmemesi nedeniyle en uygun bulunan tarihsel Gürcü kadın figürü, pagan kökenli Kartlis Deda (Gürcistan’ın Koruyucu Anası, Tiflis’in sembolü) olmuş. Heykel Tiflis’in kuruluşunun 1500. Yıldönümünde 1958 yılında Sololaki tepesine inşa edilmiş. Elguja Amashukeli ‘nin tasarımı bu heykelde, geleneksel Gürcü kıyafetlerinde Kartlis Deda şehre dostça gelenlere şarap kasesini sunarken, şehre düşmanca gelenlere de kılıcını sallıyor. Alüminyumdan, oldukça kaba hatlarla tasarlanmış bu anıt heykel, sürekli olarak soğuk savaş döneminin haşin Sovyet algısını anımsatıyor. Gürcüler belkide, çok acı Sovyet anılarını sürekli diri tutabilmek adına bu heykeli ışıklandırmış, 24 saat çalışan teleferikle donatmış.

Teleferikle çıktığımız tepeden harika bir şehir manzarası var. Tepedeki manzara keyfini tamamlamak üzere külde pişirilen Türk kahvesi ve bir Akdeniz tadı olarak tanıtılan Efes birasını bulabilmek çok hoşumuza gitti. Buraya çıkınca bizim gezme fırsatı bulamadığımız büyük bir Ulusal Botanik Bahçesini ihmal etmemekte fayda var.

Kartlis Deda Heykeli
Kartlis Deda (1958 – Elguja Amashukeli )
Elguja Amashukeli
Elguja Amashukeli
Margaret Thatcher
Margaret Thatcher (Demir Leydi)

Alüminyumdan yapılsa bile bu heykel keskin ve soğuk hatlarıyla bize rahmetli Leydi Margaret Thatcher’dan bile daha sert bir “demir leydi” gibi gözüküyor. Heykeltraş Elguja’nın Tiflisli hemşerilerine ve ziyaretçilerine yaptığı görsel işkence bu heykelle bitmiyor tabii ki. Daha sonra anlatacağım gib yaptığı onlarca heykelden bir tanesi daha Tiflis’in ortasında insanın gözüne gözüne batıyor.

Bir kadın heykelinin her iki elindeki eşyalarla dünyaya mesaj vermesi bana New York sahillerinde bir adada yaşayan bir diğer süper kuvvetli kadını ve  Özgürlük Heykeli‘ ni hatırlattı. Çok daha yaşlı olan bu bakır heykel, Fransız tasarımcı Frederic Auguste Bartholdi ve yüzüne modellik eden annesi Charlotte’a borçlu olduğumuz daha zarif hatlar taşır. Daha önemlisi bir elinde kitapla Amerika’nın özgürlüğünü, diğer elinde meşale ile aydınlanmanın önemini anlatarak Kartlis Deda’dan biraz daha ılıman bir duruş sergiler. Hanfendinin dünyanın başına sürekli dert olan eşyası ise başındaki taç ve onun vurguladığı yedi düvele özgürlük getirme hevesidir – heykel ile ilgili wiki sayfasının İngilizcesi daha güncel olduğu tercih edilmiştir.

Frederic’in önceki dev heykel projesi için Osmanlı hazinesi ve Mısır Hidivi İsmail Paşa‘da yeterince para olmamasına üzüldüğümü söyleyemeyeceğim. Heykelden kurtardıkları para İstanbul’a Hidiv Kasrı‘nı hediye etmiş olabilir.

Özgürlük Heykeli
Özgürlük Heykeli
(1886 – Frédéric Auguste Bartholdi)
Frederic Auguste Bartholdi
Frederic Auguste Bartholdi
Mısır Hidivi İsmail Paşa
Mısır Hidivi
İsmail Paşa

Modern kadın heykeli olarak benim favorim, gönlümün sultanı İlhan Koman ın 1980 yılında yaptığı ustalık eseri “Akdeniz”. Maalesef bu güzel, özgürlük sembolü kadın, insanlara tasarlandığı gibi İstanbul’un bir büyük kent meydanından veya Akdeniz rüzgarlarının estiği bir yamaçtan değil ancak bir bankanın, 3. katındaki korunaklı bir sergi salonunun pencerelerinden bakıyor. Son yılların İstiklal caddesine bakınca bu buruk kaderi insan daha kolay kabulleniyor. İlhan Koman’ın içinde ailesiyle yaşamını sürdürdüğü teknesi Hulda‘nın oğlu tarafından Akdeniz’e kavuşturulmuş olması insana teselli veriyor. 

Her neyse saç levha dilimlerinden yapılan bu alımlı kadın gerçekten tasarlandığı gibi insanı kucaklayan bir sıcak rüzgar. Bizim Akdeniz doğal olarak Batum’daki bir başka dilimli ve üstüne üstlük kinetik (hareketli) heykel Ali ve Nino’yu (Erkek ve Kadın’ı) çağrıştırıyor. Tamara Kvesitadze ‘nin bu olağanüstü heykelini, öykünün romanını ve filmini ancak okuyup gördükten sonra anlatabileceğim.  Bu eseri şimdiden merak edenler ise linkten okuyabilir.

Akdeniz Heykeli
Akdeniz Heykeli (1980 – İlhan Koman)
İlhan Koman
İlhan Koman
Ali ve Nino
Ali ve Nino (2010 – Tamara Kvesitadze)

Artık erkek, hem de atlı erkek heykellerinden bahsetmenin zamanı geldi. Tiflis’te bir koruyucu ana olduğu gibi bir de kurucu kral var: Vahtang Gorgasali

Bir gün Kral Vahtang Gorgasali ava çıkar. Aralıksız uçan sülünün peşine eğitilmiş atmacasını salar. Aradan zaman geçer, ne atmaca ne de sülün görünürde yoktur. Onları aramaya başlarlar ve kısa zaman sonra ikisini de sıcak suya düşmüş olarak bulurlar. Kral orayı çok beğenir ve bir kent kurmalarını buyurur. Kente, orada bulunan tbili (ılık) sudan dolayı Tbilisi adı verilir. – Wikipedia

Kartlis Deda’nın soğuk, alüminyum heykelini yapan Elguja Amashukeli bu heykeli; 1967 yılında, Tiflis’in ortasından geçen Kura nehrinin kıyısındaki (kralın yaptırdığına inanılan) Metehi kilisesinin bahçesine yerleştirmiş. Biraz daha insansı gözükse de (belki yansıtmak istediği bir naif, antik Gürcü dönem havasından, belki de Sovyet heykel okulunun soğukluğundan) benim pek ısınamadığım bir başka heykeli oldu. Güzel bir youtube linki verdiğim bu anıtta gözüm hep bir atmaca veya sülün referansı aradı ama onu ancak Tiflis’in bank arkalıklarındaki üzüm salkımlarının yanında bulabildim.

Tiflis'te Bank Arkalığı

Heykel heykeli çağrıştırınca aklıma bir dönem Cumhuriyet’imizin İkinci Adamı olarak anılan İsmet İnönü’ye ithafen yapılmış bir başka (talihsiz) atlı heykel aklıma geldi. İlhan Koman’ın da tedrisatından geçtiği Profesör Rudolf Belling‘in 1944 yılında yaptığı bu heykele uygun bir yer bulunması tam 38 yıl sürer. Beşiktaş Taşlık Parkında zoraki bir yer bulur. Doğal olarak rahmetli Rudolf hocaya o günü görmek kısmet olmamış

Sadece fotoğraflarını gördüğüm bu atlı heykelden de Vahtang Gorgasali’nin heykellerinden gelen soğuk hava geliyor. Bence her iki heykel de güç ve azamet gösterisi yapmak yerine biraz daha içten ifade ve doğallık yansıtabilseler ithaf edildikleri kişilere daha çok yakışırlar ve bizlere daha çok keyif verirlerdi. Marcus Aurelius‘un antik Roma dönemi atlı heykeli ise bence bunu harika başarmış – nede olsa Akdeniz’li !

Vahtang Gorgasali (1967 – Elguja Amashukeli)
İsmet İnönü
İsmet İnönü
(1944 – Rudolf Belling)
Marcus Aurelius
Marcus Aurelius (175 – )

Uzun süre yazı yazmayınca bu pek bir uzun, pek entel görünümlü bir şey oldu. Bir sonraki heykel yazısı; daha kısa ve kısmetse –  ejderhalar, banka soygunu ve bitmeyen devrimlerle bezenmiş, düz ayak bir avantür olacak.